MELİKŞAH, ALPARSLAN VE CELALEDDİN HARZEMŞAH KÜRDLER TARFINDAN ÖLDÜRÜLDÜLER!!!!!
MELİKŞAH, ALPARSLAN VE CELALEDDİN HARZEMŞAH KÜRDLER TARFINDAN ÖLDÜRÜLDÜLER!!!!!
Aso Zagrosi
Ortaçağ sürecine ilişkin araştırma yapmak istiyen biri, çok kısa bir zaman diliminde Kürdlerin çok yaygın bir coğrafyaya yayıldıklarını görür. Mısır’dan Gürcistan’a, Ege Denizi boylarına yerleşen Germîyanlardan Bağdat’a(hatta Güney Irak’a) ve Fars bölgesini aşarak Kuzistan’a kadar çok yaygın bir alana Kürdler yayılmışlardı.
Fakat, ne yazık ki bugüne kadar bu farklı bölgelere ve alanlara yayılan Kürdlerin tarihi yazılmadı.
Sadece Eyyubi Kürd Hanedanlığı’nın yüzyıllara sarkan tarihçesi incelenirse onlarca akademik eser ortaya çıkar. Eyyubiler döneminde Mısır, Şam, Halep, Yemen, Kudüs, Amed, Meyyafarqin, Xelat, Hisnkêf vs.. yerleşim birimleri temel alınırsa dahi ciddi eserler ortaya çıkar. Bir fransız bayan akademisyen “Eyyubiler Döneminde: Halep” adı altında bir dev eser yayınladı. Aynı şey tüm diğer şehirler ve yerleşim birimleri içinde geçerlidir.
Uzun bir dönemden beri Ortaçağ ilgili bulduğum çeşitli kaynakları incelemeye çalışıyorum. İster istemez Türk kaynaklarını da inceliyorum. Türk kaynakları Celaleddin Harzemşah’a bir hayli önem veriyorlar. Hatta onu “Türkü kendine getiren Sultan Celaleddin Harzemşah“(İrfan Öztura) olarak değerlendiriyor.
Namık Kemal dahi onun üzerine “Celaleddin Harzemşah” adı altında bir tiyatro piyesini yazdı. Namık Kemal bu eserinde Harzemşahların son sultanı olan Celaleddin Harzemşah’ın kahramanlıklarını, hayatını ve Moğollara karşı Türk-İslam dünyasının savunmasını anlatıyor. Herkes Namık Kemal’ın “Vatan Yahut Silistre“ adlı eserini de bilir.. Namık Kemal’ın bu eserini değerlendiren Türk resmi edebiyat eleştirmenleri onun „bu ilk piyesiyle vatanperverlik ve kahramanlik duygularından işe başlamıştır. Halkta bu duyguları harekete geçirmek isteyen bu dram, 1853 Türk-Rus Savası’nda gönüllü olarak cepheye giden sevgilisinin ardından, cephede O’nunla beraber bulunmak ve onunla aynı kaderi paylaşmak için asker kıyafetine girip, Silistre mudafasına iştirak eden genç bir kiz ile genç bir adamın aşkı etrafında gelişerek, Türk askerinin vatan uğruna gösterdiği fedakarlığı canlandırır.İçindeki vatanı şiir ve hitabetler ile devrinde muazzam bir heyecan yaratan bu eser Türk Tiyatrosu’nu bulunduğu seviyeden çok ileri götürmüştür. Piyes mevzuundaki basitliğe rağmen çok sevilmiş, Avrupa’da alaka uyandırmış, temsilinden uç yıl bile geçmeden Rusça’ya, daha sonra da başka dillere tercüme edilmiştir.Kemal’in en fazla munakaşa ve eleştiriye maruz kalmış piyesi budur.“ Diyorlar…
Bu piyes Namık Kemal’ı „Vatan Şairi“ yapmıştır..
İşte Namık Kemal’ın eserlerini ve arkadaşlarına yazdığı mektuplaşmalarına baktığım zaman Namık Kemal’e bu eserin yazılmasında ilham kaynağı olanın bir „Kürd kızı“ olduğunu gördüm… Namık Kemal, Kars’ta iken şahit olduğu Abdulhak Hamid’e yazdığı mektubunda „ Kırım muharebesinde Kara Fatma’yi, falan bir tarafa bırakalım. Bir Kürt kızı nişanlısının arkasına düşerek gönüllü nefer yazılmış, Kars’a kadar gelmiş, bir taburun trampetciliğinde bulunduğu halde şehid olmuştu… Cenazesini gözümle gördüm.. Çünkü o zaman Kars’ta idim“ diyor.( F. Abdullah, Hususi Mektuplarına Göre Namık Kemal ve Abdülhak Hamid, Ankara Güneş Matbaası, 1949, s 84)
Bu eserler Namık Kemal’ı “vatan şairi” yaptılar.
Biri bir Kürd kadınından etkilenerek kaleme alıyor, diğerini ise Kürdistan’ı yıkıma uğratan bir kişiyi sembolleştirmek için yazıyor.
Türk ırkçı çevreleri yaygın bir şekilde Alparslan’ı ve Celaleddin Harzemşah’ı kendi ulusal önderleri olarak görüyorlar.
Fakat, işin ilginç yanı bu iki başbuğları Kürdler tarafından öldürüldüler.
Daha önce Alparslan’ın ölümüne ilişkin yazdığım bir makalede Urfalı Mateos’dan bir alıntı yapmıştım.Urfalı Mateos „Vekayi-Name’sinde Alpaslan, Bizans kralı Diojeni yendikten sonra Semerkant memleketini feth etmek üzeri yola koyulduĝunu söylüyor ve ekliyor:
“O büyük bir ordunun başında olduĝu halde metin ve meşhur bir kale olan Hana* üzerine yürüdü ve kuşattı… Bu kalenin sahibi cesur ve aynı zamanda azgın ve merhemetsiz bir adamdı.** Sultan Alpaslan, kaleyi günlerce muhasara altında tutup çok sıkıştırdı.. O, aynı zamanda kalenin reisini, atalarının topraklarının daimi sahibi kalmak şartiyle kendisine itaate davet etti.. Kale reisi, hayli sıkıntılara göĝüs gerdikten sonra Sultana arzı tazimat etmiye karar verdi.. O, korkunç bir plan düşündü. O gün, karısı ve çocuklarıyla beraber şenlik ve ziyafet yaptı. Davullar çaldırarak ve şarkılar söyleterek onlarla beraber büyük neşe içinde içinde yedi ve içti. Fakat geceleyin karısını ve 3 oĝlunu Sultan’ın eline düşüp ona köle olmamaları için vagşiyane bir surette kendi eliyle kesti. O, ertesi sabah erken de oĝullarını kesmiş olduĝu iki biçaĝı yanına aldı ve Sultan’ın huzuruna gitmek üzre kaleden çıktı.. Sultan Alpaslan, onun geldiĝini haber alınca huzuruna getirilmesini emretti. Reis, huzura çıkınca eĝildi, fakat ona yaklaştıĝı sırada aniden Sultanın üzerine atıldı ve cizmelerinin içine saklamış olduĝu iki biçaĝı çekti. Onu Sultanın huzuruna getirmiş olanlar bu sırada kaçtılar. Vahşi bir hayvan gibi Sultanın üzerine atılan adam, iki biçaĝınıda onun vucuduna sapladı.. Sultanın adamları ileri atılıp onu olduĝu yerde öldürdüler… Sultan 3 yerinden yaralanmıştı, çok tehlikeli bir halde bulunuyordu ve şiddetli acılardan kıvranıyordu. O, memleket halkının bundan haberdar olmaması için ordusuna ilerleme emrini verdi.. Beş gün sonra vahim bir vaziyette olduĝunu hissedip başlıca İran reislerini ve mabeyincisini*** yanına çaĝırdı.. Sultan henüz bir çocuk olan oĝlu Melikşahı onlara takdim edip, işte ben yaralarımın tesiriyle ölüyorum. Oĝlum sizin hükümdarınız olsun ve tahtıma otursun‘ dedi.. Sultan, bu sözleri mutâakıp hükümdarlık esvaplarını çikardı ve oĝlu Melikşah’a giydirdi. Onun önünde eĝildi ve onu gözyaşları içinde Allaha ve Iran emirlerine emanet etti.. Sultan Alpaslan aynı günde ehemmiyetsiz bir adam olan bir Kürdün eliyle bu suretle ölmüştü….“ (Urfalı Mateos, Vekaliye-Name, sayfa 146, daha geniş bilgi için makaleme bakınız
https://newroz.com/tr/politics/345284/nazl-il-cak-mustafa-arma-ve-malazgirt-sava)
CELALEDDİN HARZEMŞAH’DA ALPASLAN GİBİ KÜRDLER TARAFINDAN ÖLDÜRÜLDÜ!!!
Fakat Türk kaynakları var olan bu gerçeği gizliyor yada çarpıtıyorlar. Bir kaynak “Ağustos 1231’de Dicle köprüsü kenarında Moğolların baskınına uğrayan Celaleddin’in tüm maiyeti öldürüldü. Kaçarak dağlara çekilen Celaleddin Harezmşah, burada göçebeler tarafından öldürüldü.”(http://www.biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=2906)diyor.
Aslında burada “göçebeler tarafından öldürüldü.” söylemi Kürdler için kullanılıyor. Türk kaynaklarınca “göçebeler” yada “köylüler ” tarafından öldürüldü gibi belirlemeler Kürd kavramını kullanmamak içindir. Asırlardan beri “kardeşçe bir arada yaşadık” gibi yalanlarını kamufle etmek için Kürd dışında bir dizi anlamsız tanımlamalarla geçiştiler. Sanki, “göçebe”nin “ yada “köylü”nun milleti yokmuş gibi….
Türk devleti Kürdleri bölmek ve Alevi Kürdleri Türk yada Türkmen göstermek amacıyla bir dizi sahte ve gerçek ile alakası olmayan uydurma hikayeler ortaya atıyor. Kazım Karabekir Birinci Dünya Savaşı sırasında Kürdler içinde Dede, Şeyh, Mele ve Seyyidlerin etkisini gördüğünde devlete getirdiği bazı önerileri var. Bunlardan biri de “Kürdleri Türk göstermek için çeşitli kadroların Kürdçeyi öğrenerek ve kendilerini Seyyid olarak gösterip bölgede dolaşmalarını” istiyor. Aşağıda alıntısını vereceğim “Dede” ister bilinçli bir şekilde ve isterse devşirmelerden olsun var olan politikaya hizmet ediyor.
Alevî dedesi PİR AHMET DİKME, 1999 yılında yayınladığı „Haykırıp Duyuramadıklarım“ adlı kitabında şu bilgileri vermektedir: – „(CENGİZ HAN) Moğollarının baskılarına dayanamayarak yurdunu terketmek zorunda kalan MUHAMMED oğlu CELÂLEDDİN HARZEMŞAH yer yer çarpışarak batıya doğru ilerler, ve bir çarpışmada yaralanır. Yaralı olarak dostu olan ŞEYH HASAN’ın yanına gelir ve orada bir Kürt tarafından öldürülür… Beraberindeki oğlu MEHMET’i ŞEYH HASAN’a emanet eder. ŞEYH HASAN dostu CELÂLEDDİN’in nâşını götürüp DOJİK DAĞI’nın zirvesine defneder. Mehmet’i kendi himayesine alır, 3-4 yıl sonra kendi kızıyla evlendirir.“
Alevi Kürdleri Horasan’dan gelen Türkmenler olarak gösteren ve hatta Alevilerin kutsal ibadet yerlerini dahi Celaleddin gibi katillerin türbesi olarak gösteren zihniyet, Celaleddin’in bir Kürd tarafından öldürüldüğünü itiraf etmek zorunda kalıyor.
Aslında Celaleddin Harzemşah yada diğer ismiyle Celaleddin Munkubirni’nin bir Kürd tarafından öldürüldüğü meselesini sayın Dr. Muhsin Muhammed Huseyn 1974 yılında Bağdat’ta çıkan “Kovara Koleja Edebî a Bexda” da gündeme getirmiş ve Kürdçe yazdığı bir makale ile bu hususu açığa kavuşturmuştu.
Celaleddin Harzemşah ve öncesi babası uzun süre Moğollarla çatışmalar içindeydiler. Burada bu çatışmalara girmeyeceğim. Celaleddin Harzemşah Moğallardan kaçarken Kürdistan’ın bir dizi bölgesinde katliamlar yapıyor ve buldukları her şeyi talan ediyordu. Celaleddin Hesnikêf, Meyyafarqin, Xelat ve Tiflis şehirleri arasında ki bölgelerde çok aktifti ve sürekli saldırılar içindeydi.
Celaleddin 1230 yılında Kürdlerin çok yoğun yaşadığı Xelat’ı işgal ediyor ve büyük bir katliam yapıyor. Bu katliam çok sert tepkilere neden oluyor. Mısır, Şam ve Hesnikêf Eyubbilerinden ve bölgedeki diğer müslüman beyliklerinin hepsinin tepkisini topluyor. Aynı dönemlerde Moğollarda bölgeye saldırı hazırlıkları içindeler.
Celaleddin tarafından yapılan Xelat katliamı Moğal tehlikesini ikinci plana itiverdi. Bilindiği gibi Kürdler uzun yıllardan beri Xelat’a yaşıyorlardı. Bir dizi, Bizans, Arap, Fars ve Müslüman tarihçiler ve gezginler bu konuda düşüncelerini yazmışlar. Bir çok tarihçi bölgede Kürd Belaşcan aşiretinden söz ediyor(Asar El Blad, El Qizvini’den aktaran Dr. Abdullah Elyaweyi, Kurdistan Le Çaxî Moxol da, sayfa 59)
Şeddadi, Rewadi ve Merwani Kürd Mirlikleri döneminde Xelatla olan ilişkiler çok sıkıdır. Xelat bir çok bölge gibi sürekli el değiştirebiliyordu. 1199 yılına kadar devam eden Şeddadiler’in Xelat ile olan ilişkileri için Şeddadiler üzerine yaptığım çalışmaya bakabilrsiniz. Bazil Nikitin “Kürdlerin Xelat’ı kurduğunu” söylüyor.(Dr. Elyaweyi, age, sayfa 60)
Xelat bir çok büyük alimleri yetiştiren bir Kürd şehridir. Bunlardan biri de islam alimi ve sofilerden olan Huseyin Xelatî dir. Xelat o dönemler büyük yıkımlara uğrayan bir şehirdir. Cengiz Han’ın saldırılarından önce, yıkım ve kıyımdan korktukları için Xelatlı 12 bin kişiden oluşan illeri gelenleri, din adamları, muritleri ve şehir halkı Xelat’ı terkederek Mısır’ın Kahire şehrine gidiyorlar. Bugün Kahire’nin Xelat Mahalesinin ismi o dönemler oraya gidenlerden kaynaklanıyor.( Dr. Elyaweyi, age, sayfa 60) Bilindiği gibi o dönemler Mısır Kürd Eyubbi Hanedanlığının denetimi altındaydı.
Bilindiği gibi 1199 yılında Şeddadi devletinin başkenti Anı Gürcü Kralığına bağlı Hıristiyan iki Kürd kardeş önderliğinde Gürcü birlikleri tarafından işgal ediliyor. Bir çok kaynağın Anı’nın Moğollar tarafından işgal edildiği ve Şeddadi devletinin Moğollar tarafından yıkıldığı i yönündek tezi doğru değildir.
Merwani Kürd devletinin Xelat üzerinde denetimi vardı. Merwanilerin Selçuklar tarafından yıkılmasından sonra Selçuklara bağlı Ermeni asılı Sekman 1199-1207 yılları arasında bu şehirde hüküm sürdü.
1207 yılında Xelat halkı Melik Adil’in oğlu Melik Ewhad Necmeddin Eyubbi’ye haber göndererek şehri kendisine teslim etmek istediklerini bildirdiler. Melik Ewhad Necmeddin Eyubbi Xelatlıların bu istemlerini kabul ederek Xelat üstüne yürüdü. Fakat, çevredeki emirlikler ve özellikle Gürcü Kralı buna karşıydı ve Xelat üzerine yürüdüler. Gürcü Kralının saldırısı başarısızlıkla sonuçlandı..( Dr. Elyaweyi, age, sayfa 60) Melik Ewhad 1210(Elyaweyi, age, sayfa 61) yada 1213 yılında öldükten(Şerefxan Bitlisi, Şerefname, sayfa 89) sonra Melik Adil’in bir diğer oğlu Melik Eşref Xelatı(Ahlat) topraklarına kattı. Bilindiği gibi Melik Adil yaşadığı dönem oğlu Melik Eşref Urfa’nın başında bulunuyordu. Daha sonra Harran Eyaleti ve en son olarak kardeşi Melik Ewhat ölünce Xelatı’da topraklarına katmıştı. 1230 yılında ise Melik Eşref Şam’ın hükümdarı oldu..
Bu kadar fazla Eyubbilerin üzerine durmamın nedeni o tarihlerde Xelat Eyubbi Hanedanlığına bağlı bir bölge olduğunu ortaya koymak içindir.
Melik Eşref 1225 yılında Husameddin Musulî’yi yardımcısı olarak Xelat’ta görevlendirdi.
O dönemler Celaleddin Harzemşah Tıflis’i ele geçirmişti. Onun adına veziri Şerefedin Tiflis’in başındaydı. Şerefedin bugün Kuzey Kürdistan dediğimiz alana bir dizi saldırılar düzenliyor ve her şeyi talan ediyordu. Bir sefer talandan dönerken Melik Eşref ‘in yardımcısı Husameddin Musulî’nin saldırısına uğruyarak büyük kayıplar veriyorlar ve talan ettikleri malları bırakmak zorunda kalıyorlar.
Celaleddin Harzemşah büyük bir askeri güç toplayarak Xelat üzerine yürümeye başladı. Bu arada Melik Eşref, Celaleddin ile ilişkisi iyi olan kardeşine Melik Muazzam İsa’ya bir mektup yazarak aracı olmasını ve Celaleddin’i Xelat’ta yönelik saldırılarını durdurması için ikna etmesini istiyor. Melik Muazzam İsa’nın Celaleddin ile olan bu ilişkileri eskiye dayanıyor. Melik Muazzam İsa, kardeşleri olan Melik Eşref ile Mısır’ın başında bulunan diğer kardeşi olan Melik Kamil ile olan çatışmaları esnasında Celaledin ile ilişkiye geçiyor ve yardım istiyor.( Elyaweyi, age, sayfa 23) Fakat, Melik Muazzam İsa’nın Celaleddin’e ve Celaleddin’in ona cevap verip vermediğini bilmiyoruz. Böyle bir mektuplaşma olsa dahi Celaleddin dinlemiyor ve Xelat üzerine yürüyor. Celaleddin büyük bir güç toplayarak Kürd bölgelerine saldırılar yaparak yakıp yıkıp ve talan ediyordu. Xelat halkı ile Celaleddin güçleri arasında çok kanlı bir savaş oldu ve Celaleddin’in güçleri geri çekilmek zorunda kaldılar. Bazı kaynaklar bu geri çekilişten kış şartlarının da büyük bir etkiye sahip olduğunu yazıyorlar.
Fazla bir zaman aradan geçmeden Celaleddin’in güçleri yeniden Xelat’a saldırıyor ve bir başarı elde etmeden geri çekiliyorlar.
Dr. Elyaweyi bir çok kaynağa dayandırarak Melik Eşref’in bilinmeyen nedenlerden dolayı Xelat’ın başında bulunan yardımcısı Husameddin Musulî’yi görevden aldığı ve tutuklattığını yazıyor. Daha sonra H. Musuli, İzeddin Eybek tarafından öldürülüyor. Husameddin Musuli’den sonra İzeddin Xelat’ın başına geçti. 1226 yılında Xelat iki defa peş peşe Celaleddin’in saldırısına uğradı ve iki saldırıda başarısızlıkla sonuçlandı. 1227 yılında Celaleddin Xelat’a yeni bir saldırı daha yaptı ve Xelat kalesinin çevresinde bulunan bir çok köy ve yerleşim birimlerini yerle bir etti ve yağmaladı…. Bu saldırı daha çok halkı korkutmak ve yeni bir saldırıya zemin hazırlamak içindi….
Celaleddin Harzemşah 1228 yılında yeniden Xelat’ta saldırdı ve şehri abluka içine aldı. Şehrin çevresini ve hatta Muş’a kadar geniş bir alanda katliamlar yaptı ve buldukları her şeyi talan etti.. Kuşatma içinde bulunan Xelat halkı 10 ay boyunca Celaleddin Harzemşah’ın saldırılarına karşı direndi. 10 ay boyunca işgalciler Xelat kalesinin surlarını yıkmaya çalıştılar. Xelat halkı Mısır’ın başında bulunan Melik Kamil’den yardım istedi. Melik Kamil, Halep, Hesenkeyf, Hema ve diğer alanlarda bulunan Eyubbi liderlerinden Xelat’a yardım çağrısı yaptı. Fakat ne yazık ki dışardan yardım gelmedi. Zaten o dönemler Eyyubi’lerin denetimi altında bulunan geniş çoğrafyanın bazı bölgeleri Haclıların saldırı altındaydılar. Sonuçta Xelat halkı on ay boyunca açlık içinde köpek, fare ve eşek etlerini yiyerek direndi. 10 ay sonra Xelat kalesi düştü. Celaleddin Harzemşah’a bağlı güçler 3 gün boyunca şehirde talan yaptılar ve katliamlar gerçekleştirdiler.
Celaleddin’in Xelat’ta yaptıkları “ daha sonra gelen Moğollar dahi hiç bir Kürd şehrinde yapmamışlardı”(Dr. Elyaweyi, age, sayfa 35)
1220 ve 1230 yılları arasında Xelat şehri tam 5 defa Celaleddin Harzemşah tarafından kuşatıldı ve bölge de büyük yıkımlar yapıldı. Xelatlar bir çok defa saldırılardan kaçarak Kürdistan’ın diğer şehirlerine ve hatta Mısır ve Şam gibi ülkelere göçetmek zorunda kaldılar. Yukarıda ifade ettiğim gibi Celaleddin Harzemşah’ın Xelat’ta yaptığı son katliam farklı alanlarda hakimiyetlerini sürdüren Eyyubi Hanedanlığı mensup Meliklerin ve hatta Rum Selçuklularının da tepkisini çekti. Rum Selçukluların Sultanı Alaaddin Keykubad Celaleddin Harzemşah’a gönderdiği bir mektupta şöyle diyor: “Şeriyatta aykırı bir şey yapma!! Senin babanın haksızlıkları öyle yaptık ki yüce Allah ona doğudan Tatar ordusunu nasip etti.(Bilindiği gibi Celaleddin’in babası Moğallar karşısında aldığı yenilgi sonucu tüm iktidarını kaybetmişti-Aso) Eyyubi ailesi kutsal ve büyük bir ailedir. Kendileri, oğulları, kardeşlerinin ve amcalarının çocuklarıyla birlikte 2000 suvari oluşturabiliyorlar. Sanma ki ben onların duşmanlarıyım, blakis ben onların dostuyum. Onlar için savaşırım. Biz birbirimize kız alıp vermişiz. Amcam onların eniştesidir. Onlara karşı iyi davran ki biz senin düşmanlarının düşmanı olalım”(Tarix el dewli el Siryani, İbni Hibri’den aktaran Dr. Elyaweyi, age, sayfa 36)
Fakat, Celaleddin kendisine yapılan tavsiyeleri dinlemedi Kürdlere karşı katliam ve talanlarına devam etti. Eyyubi Meliklerinden Eşref Şam’dan, Melik Kamil Mısırdan Celaleddin üzerine yürüdüler. Melik Kamil kendisi gelmiyor. Melik Kamil’in gönderdiği birliklere meşhur Hakkari Kürd aşiretinin liderlerinden İzzet Ömer Ali komutanlık ediyordu. İzzet Ömer Ali ve Melik Eşref’in güçleri Alaaddin Keykubad’ın güçleriyle birleşerek Yassıçimen’de (Erzincan cıvarlarında) Celaleddin’in güçlerini büyük bir yenilgiye uğrattılar. Celaleddin canını zor kurtarır. Bu sefer Celaleddin Kürdistan’daki Xelat, Amed, Meyyafarqin ve Hesenkeyf gibi kale şehirlerinin çevresinde dolaşıyor. Moğollarda onun peşindeler. Moğollar Celaleddin’i Hesenkeyf cıvarında kıstırıyorlar ve büyük bir yenilgiye uğratıyorlar. Bazı kaynaklar Celaleddin Moğolların saldırısından kaçarken Amed kalesine sığınmak istiyor, fakat Amedliler kendisine sığınma imkanını vermiyorlar ve hatta halk kaleden itibaren kendisini taşlıyor. Celaleddin yanındaki güçler tasfiye olduğundan dolayı Celaleddin tek başını kılıf kiyafetini değiştirerek Meyyafarqin(Silvan) çevresindeki dağlarda dolaşıyor. İşte Türk kaynakları “bir göçebe” yada bir “köylü” tarafından öldürüldüğü dedikleri olay bu çevredir. Dr. Elyaweyi ve Dr. Muhsin Muhamed bir dizi eski kaynaklara dayanak Celaleddin’in bir Kürd tarafından öldürüldüğünü yazıyorlar. Bu kaynaklar: El bidayet we El Nihayet, İbn El Ksir, Siret El Siltan, El Niswe, Exbar El Dewl, ElQirmani, Tarix El Edeb Fi İran Mih El Ferdwsi El Suhudi, Tarix Mfsel İran, Abdullah Zari(Dr. Elyaweyi, age sayfa 34-36)
Sonuç olarak Celaleddin Harzemşah’ın Kürdler tarafından öldürülmesiyle Harzem devleti de son buldu.
Selçuklu Sultanı Melikşah’da Kürdler Tarafından Öldürüldü?
Uzun bir süre önce yabancı bir kaynakta „Selçuklu Sultanı Melikşah’ın bir Kürd tarafından öldürüldüğüne“ dair bir yazı okumuş ve not almıştım. Fakat, daha sonra önemli gördüğüm notumu yitirdim ve bir dizi aramaya rağmen bulamadım.
Ama, „Melikşah’ın bir Kürd tarafından öldürüldüğüne“ dair tespit olarak hep aklımda kaldı.
Yıllar önce de Selçuklu Sultanı Alparslan ve Harzemşah Celadettin’de Kürdler tarafından ödürdürüldüklerine dair bilgileri Kürd okurlarla paylaşmıştım.
Bu tip bilgiler Kürd araştırmaları ve Kürd-Selçuki ilişkileri açısından gelecek kuşak araştırmacıları için ek bilgi görevini görebilirler.(İki makaleyi de bugün yeniden yayınaldım)
Geçenlerde Ömer Riza Doğrul’un çevirisini yaptığı Gregory Abu’l Farac’ın- Bar Hebraeus’un Türk Tarih Kurumu Basımevi tarafından 1945 yılından basılan ABU’L FARAC TARİHİ’ni okurken, Melikşah’ın öldürülmesi hadisesine denk geldim…
Bar Hebraeus Melikşah’ın öldümü olayını şöyle anlatıyor:
„Arapların 485(M. 1092) yılında Sultan Horasan’dan Bağdat’a geldi. Sultan Halife’nin karısı olan kızından doğan erkek çocuğun veliaht ilan olunmasını ve hilafete geçmesini istediği için Halife ile arası açıldı. Halife Sultanın talebini reddedince Sultan’da ona ‚Oyle ise Bağdat’tan çık, git’ tarzında bir haber gönderdi ve Halife şu cevabı verdi: ‚Emrinizi yerine getireceğim, yalnız yolculuğa hazırlanmak üzere bana on gün mühlet veriniz’. Dokuzuncu gün Sultan şiddetli ve yakıcı bir hummaya tutularak ölmüştür. Denildiğine göre kölesi Hurdik ona zehir içirmişti“(age, cilt 1, sayfa 334)
Ben şahsen Türklerin(bir kaç kişi hariç) Kürdlere ilişkin yazdıklarına, sundukları belgelere ve yaptıkları çevirilere güvenmediğimden dolayı bu „Hurdik“ kelimesi kafama takıldı..
Bundan dolayı Bar Hebraeus’un meşhur Tarih eserinin başka çevirilerine bakmak istedim.
Onun için Bar Hebraeus’ın sözünü ettiğim eserinin Chronicon Syriacum/[1] (Lipsiae (1789) basılan Latince baskısına baktım. Bar Hebraeus’un eserinin Latince baskısında “Hurdik” diye bir şey yok. Orada “Curdaeum”diyor. Yani Kürd…(sayfa 283)
Bar Hebraeus’un eserinde „ bir Kürd tarafından „ ibaresini içeren sayfa olduğu gibi yayınlıyorum.
Silav û rêz
Aso Zagrosi