Kürd Selahaddin ve Kudüs'ün alınışı - 4-Son
Evliya Çelebi’nin “200 bin Hristiyan ve Mıkdısî [Mikhitaryan mezhebine bağlı] Ermeni'yi, Rum-ı Frenki (Fransız veya Avrupalı Hristiyanları) ve 50 bin papazı kılıçtan geçiren Yusuf Selahaddin'in, Kudüs kalesini temelinden yıkıp Mısır’a gittiğin,“ doğrulayacak hiç bir kaynak yok.Yani kısacası içi boş bir iddiadır. Zaten baş vurduğum tüm kaynaklar Evliya Çelebi’nin iddiasını yalanlıyorlar. Daha sonraki süreçlerde yazılan binlerce eser de şehrin barışçıl ve antlaşma sonucu el değiştirttiğini söylüyorlar. Okuyucuyu daha fazla tarihi alıntılarla sıkmamak için daha fazla alıntı vermeyeceğim. 02 Ekim 1187 de Kudüs Selahaddin tarafından alındığı zaman ne şehir ve ne de “Kudüs Kalesi temelden yıkılıyor”.
Kudüs’ün alınışı sırasında Franklar denilen Batı Hıristiyanlarla, Rum, Ermeni, Mıkdisi/melkit, Süryani denilen Doğu Hıristiyanlar arasında ayırım yapılıyor.
Kudüs’ün alınışından sonra İmadedin ve başka tarihçiler Urfa ve Al Bira emirleri “haça gelmiş” kendi vatandaşları diye binlere varan Doğu Hıristiyanlar için gereken parayı vererek serbest bırakıyorlar, diyorlar.
Doğu Hıristiyanlar Kudüs’ün alınışından sonra da şehir de ve bölge de kalıyorlar. Yine Cizye denilen vergileri vererek eski statularını koruyorlar. Bazı tarihçiler Frank/Latin Hıristiyanları mal ve mülklerini Doğu Hıristiyanlara sattıklarını da yazıyorlar. Bilindiği gibi 1099’da Haçlılar Kudüs’ü ele geçirdikleri zaman Yahudileri de toplu kıyımdan geçirmişlerdi. Selahaddin Kudüs’ü ele geçirdikten sonra dışardan Yahudileri getirerek Franklardan boş kalan evlere yerleştiriyor.
Evliya çelebi’nin Doğu ve Batı Hıristiyanları birleştirerek/aynılaştırarak ““200 bin Hristiyan ve Mıkdısî [Mikhitaryan mezhebine bağlı] Ermeni'yi, Rum-ı Frenki” demesi de doğru değildir.
Bu konuda Histoire des Patriarches d’Alexandrie adlı eserden bir alıntı yapmak istiyorum:
“O dönem(Kudüs’ün alınışı sırasında-Aso) Kudüs şehrinin nüfusunun büyük çoğunluğu Yunan Hristiyanlarından yani Melkitlerden oluşuyordu. Melkitler, Frank ve Latin Hıristiyanlarına karşı ölümcül bir kin besliyorlardı. Selahaddin bu durumdan yararlanmak istiyordu. Selahaddin’in yanında Kudüs asılı Melkit Hıristiyanlarından(Melkit Süryanice bir kavramdır.. Kralcılar anlamında kullanılıyor. Arapçadaki Melik kelimesiyle aynı kökenden geliyor-Aso) Josef Batit adlı biri vardı. Josef Batit, Selahaddin’in güvendiği adamlardan biriydi. Selahaddin Josef’i Hıristiyan prenslerin çıkarlarını yakından biri olarak devreye soktu. Selahaddin Josef’i şehir kapılarını açmak için Melkit Hıristiyanlarına gönderdi. Bu girişim başarılı oldu. Melkit Hıristiyanları şehri teslim edeceklerine dair söz veriyorlar. Melkit Hıristiyanları Franklar öldürmek için hazırlıklara girişiyorlar. Bu durumu öğrenen şehri savunan liderler büyük bir paniğe kapıldılar ve teslim olmak için harekete geçtiler” diyor.
Hatta yazar daha ileri giderek“ şehir teslim alındığında Hıristiyan Melkitler, Frankların katledilmemelerini gördükleri zaman büyük üzüntü duydular” diyor.(M. Michaud, Bibliotheque des Croisades, 1829 Paris Cilt 4, sayfa 207)
Haçlılar konusunda uzman olan bir başka bir çok kaynak Doğu ve Batılı Hıristiyanlar arasında yaşanan sorunlara dikkat çekiyorlar.
“Kutsal Kabir Kilisesi” yada Ortodoks Kilisesinin “Yeniden Diriliş Kilisesi” dediği kilise üzerine Doğu ve Batı Hıristiyanları sürekli kavga içindeydiler. Yunan Hıristiyanları “Kudüs’ün Latin/Frank Katolik denetiminde olacağına Müslümanların denetiminde olmasını tercih ediyorlardı”(Rene Grousset, Histoire des Croisades, Paris, 1960, Cilt 2, sayfa 813)
Selahaddin’in Kudüs’ü alınışından sonraki süreç üzerine duran kaynaklar açık bir şekilde Doğu ve Latin Hıristiyanlar arasında ayrımın yapıldığını ifade ediyorlar.
Tarihçi Hannes Möhring’in anlatımlarına göre Selahaddin “1187 yılında Kudüs’ü fethettikten sonra, eski Haçlı devletlerin sınırları içindeki Doğu Hıristiyanları ve Yahudileri kendisine katmayı başardı. Kudüs Frankların hakimiyeti altında bulunduğu zaman Yahudilerin şehre yerleşmeleri yasaktı. Selahaddin Yahudilere yeniden şehre yerleşmeleri için izin verdi. Katolik Haçlılara aksine Doğu Hıristiyanlar ve ondan sonra gelecek kuşakları yenilmişler olarak değil, dindaşlarının sahip olduğu statüye kavuştular. Haçlı Katoliklerin hakimiyeti altında kendilerine eşit davranılmayan Doğu Hıristiyanlar Selahaddin’in iktidarını dirençsiz kabul ettiler”.( Hannes Möhring, Saladin- Der Sultan und seine Zeit 1138-1193, München 2012, Sayfa 117 )
Selahaddin Kudüs’ü ele geçirdikten sonra Hakkarî Kûrdlerînden ÎSÊ HAKKARÎ/İSA HAKKARİ’yi Kudüs’un başına getiriyor. Kudüs Hıristiyanlarının statüsünü yeniden düzenleyende o dur.
İmadedin İsfahani konuya ilişkin “ Doğu Hıristiyanlar baçlarını vererek güvenlik içinde ve sürgün korkusu yaşamadan Kudüs ’da kaldılar.. Statüleri hukukçu İsa tarafından tespit edildi”diyor.
ÎSÊ HAKKARÎ Kürdlerin yüz akı olan bir devlet adamıydı.
Kürdlerin bu kadar yoğun görev yaptığı bir ortamda elbette bir “Kürd inter dayanışması” da vardı.. Selahaddin’in Şêrko’dan sonra bir dizi aday arasından sıyrılıp vezir olmasından Diya El Din İsa El Hakkari’nin önemli bir rolu olmuştur. İsa Hakkari bir çok adayın Selahaddin lehine çekilmelerinden önemli payeye sahip olduğunu bir çok tarihçi söylüyor..( İbni Xaliqan) Cizri Botan’da eğetimini tamamlayan İsa Hakkari, Halep’te Şêrko’nun imamı oluyor. İbni El Esiri İsa Hakkari için “ aşiret esprisine sahip bir şövalye” olduğunu söylüyor.. ( El Kamil Fi Tarikh’ten aktaran B. James age sayfa 85) İsa Hakkari saygı gören ve Selahaddin’in yakın çevresinde yer alan bir Feqi ve aynı zaman kabilyetli bir emir ve diplomattı..Şêrko sonrası kimin Fatimi Halifesinin Veziri olacağı tartışların yapıldığı bir ortamda bazı Kürd emirleri ya kararsızlık gösteriyorlardı yada kendileri Şêrko’nun yerine geçmek istiyordu.. Tamda bu ortamda İbni Xaliqan’nın anlatımına göre İsa Hakkari, yine kendiside Kürd olan Qutbeddin Xusro El Hezbani’ye hitaben : “ Selahaddin ve sen aynı gruptasınız.. İkinizin aslıda Kürd( inna asluhu min El Akrâd) ve siz ikidarın Türklerin eline geçmesine izin vermeyeceksiniz değilmi?” diye sorar.. (İbni Xaliqan’dan akt.. B. James ve Prof. Muhsin Muhamed)
Evet daha fazla uzatmanın bir anlamı yok. Evliya Çelebi’nin Kudüs’ün yıkılışı ve katliamları yönündeki iddiasını doğrulayan tek bir Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman tarihçi yoktur.
Yüzyıllar boyunca Haçlı Seferleri ve Selahaddin üzerine binlerce eser yazıldı ve hala da yazılmaya devam ediyor. Selahaddin yaşadığı dönem çevresindeki insanlardan Qazi El Fazil, Bahaddin Şeddadi ve İmadeddin İsfahani farklı biçimlerde 3 tane biyografisini yazdılar. Ne yazık ki hala hiçbiri Kürdçeye çevrilmiş değildir. Kürdlerin %99’uda bu kitapları başka dillerde okuma imkanı olmadı. Tariq Ali gibi bir solcu “Saladin” eserini yayınlıyor. Amin Maluf bir başka gözle Selahaddin’i Avrupa kitlelerine taşıyor.. Anne-Marie Edde “Saladin” , “Eyyübiler döneminde Halep” ve daha bir çok eseriyle Eyyubi Kürd Hanedanlığının tarihini ortaya çıkarmak için ömrünü tüketiyor. B. James Kürd boyutunu irdeliyor.
Selahaddin’e ilişkin (bir yada birkaç çalışma dışında) araştırmalarda Kürdlerin fazla bir rolleri yoktur.
Aslında Kürd yurtsever aydınları ve entelektüel çevreleri Kürd ulusal bilincinin oluşumunda ve yayılmasında Selahaddin gibi tarihsel bir şahsiyetin oynayabileceği rolü görüyorlar. Bundan dolayı 1912 yılında yayınladıkları Hêvî Dergisinin ilk sayısının kapağına Selahaddin’in resmini koydular.. Osman Sebri’nin Ronahî dergisinin 3 sayısında yayınladığı ve “Serdarê Kurd Sultan Selahaddîn” olarak tanıttığı Selahaddin yazı serisini de bu çerçeve de ele almak lazım.
Dante Alighieri (1265–1321) Divina Commedia adlı eserinde Selahaddin’i büyük filozofların, peygamberlerin ve devlet adamlarının bulunduğu Limbo’ya yerleştiriyor. Diğer tarafta da bilindiği İnferno var. Dante öyle Müslüman sıcak bakan biri değildir. Hz. Muhammed’e dahi İnferno’da yer veren biridir.
Çevremizde aydın ve okumuş çevreler sık sık Voltaire’in(1694-1778) ““Fikirlerinize katılmıyorum ama fikirlerinizi ifade edebilmeniz için canımı bile veririm” sözünü aktarırlar. Ama hiç biri Voltaire’in hangi eserinde bu sözü ifade ettiğini yazmıyor.
Acaba Voltaire Selahaddin için ne diyor?
Volaire 1756 yılında kaleme aldığı “ Essai sur les moeurs et l’esprit des nations” adlı eserinin 56.bölümünde Selahaddin’e“Kudüs’ü yumuşak bir şekilde alınışına methiyeler diziyor”ve Selahaddin’in ölümü üzerine “ deniliyor ki, bıraktığı vasiyetnamesinde zekatların Hıristiyan, Müslüman ve Yahudi fakirleri arasında eşit bir şekilde dağıtılması gerekiyor demiş. O bu tavrıyla şunu demek istemişti: Tüm insanlar kardeştir. Onlara yardım edilirken neye inandıklarına değil, neyin derdini çektiklerini sormak gerekiyor demek istemiş”diyor.
Voltaire yazısının devamınde “keşke bizim prenslerin bazılarında onun gibi alicenaplık olsaydı” diyor.
Gotthold Epfraim Lessing 1779 yılında yayınladığı “Nathan der Weise” adlı eseriyle Selahaddin’in toleranslı kişiliğine ilişkin başka bir pencere açıyor. (aşağıda Nathan der Weise’nin geniş bir özetini bulacaksınız)
Selahaddin Hıristiyan Şövalyelerin ilk yazılı kodu dediğimiz kitapta “Örnek Şövalye”olarak tanıtılıyor. Fransızlar “onun Fransız bir yanı olduğunu”,“İngilizler “annesinin Hıristiyan olduğunu”, bazılarına göre “gizli Hıristiyan”ve bazı Ermeni kaynakları ise babası Eyyub yada dedesi Şadi Dvin’den geldiğinden dolayı “Ermeni yanını gündeme getirdikleri” biliniyor. Arap ve Türkleri de saymıyorum.
Evliya Çelebi’nin Kudüs’ün 1187 yılında alınışına dair ileri sürdüğü iddiaların hiç biri doğru değildir.
Kürdlerin yapması gereken 4 Mart 1193 yılında vefat eden “Eyyubi Kürd Hanedanlığını” kuran, büyük devlet adamı, askeri uzman ve “Dünyaya Ders Veren Kürd”: Selahaddin Eyyubi’yi ölüm yıl dönümü olan 4 Martta anmaktır.
Aso Zagrosi
Not: Sabrı olan aşağıda verdiğim “Nathan der Weise”nin hikayesini okusun!!
Üç Yüzüğün Kıssası
Selahaddin:
Yakına gel Yahudi, daha yakına, buraya yanıma,
Hiç korkun olmasın.
Nathan:
O yakınlığı düşmanlarınıza saklayın!
Selahaddin:
Adın Nathan mı?
Nathan:
Evet.
Selahaddin:
Bilge Nathan?
Nathan:
Hayır.
Selahaddin:
Sen öyle demesen de insanlar öyle diyor sana.
Nathan:
Belki insanlar öyle diyordur.
Selahaddin:
Sanma sakın
İnsanların sesini hor gördüğümü;
Tanımak istedim o adamı,
Bilge diye tanınan kişiyi.
***
Nathan:
O zaman şüphesiz öğreneceksiniz yolculuğumda
Düşmanların hareketlerinden neyi fark ettiğimi,
Yeniden canlandı onlar. Açıkça konuşmama izin varsa –
Selahaddin:
Göndermemin sebebi bu da değildi:
Bilmem gereken her şeyi biliyorum zaten.
Kısacası, burada olmanı istedim –
Nathan:
Emrettiniz, Sultanım.
Selahaddin:
Çünkü diğer noktalarda bilgiye ihtiyacım var.
Bu kadar bilge bir adamsın madem, söyle bana, hangi yasa
Hangi inanç sana daha iyi geliyor?
Nathan:
Sultanım, ben Yahudi’yim.
Selahaddin:
Ben de Müslüman’ım.
Hıristiyan da tam aramızda duruyor. Bu üç dinden
Sadece biri doğru olabilir.
Senin gibi bir adam, talihin doğmasını emrettiği
Doğduğu yerde kalmaz pek, kalsa bile
Bunu irfanıyla, seçerek, tercih ederek yapar.
O zaman irfanını paylaş benimle – bırak duyayım
Tercihinin sebeplerini, inceleme zevkine
Sahip olmak isterim – seçimini öğrenmeliyim,
Sebeplerini de…
Böylece benim olurlar.
Güvenerek soruyorum bunu. Nasıl da şaşırdın,
Gözlerinle tartıyorsun beni! Muhtemelen
Böylesi bir kaprisi ilk yapan sultanım ben,
Ve bence bir sultan için pek de değersiz
Değildir bu istek. Haksız mıyım? Konuş öyleyse – Konuş.
Nathan:
Eski zamanlarda, bir adam varmış doğuda,
Değerli bir el bir yüzük vermiş ona
Sonsuzmuş değeri: Opalmiş taşı,
Değişmez görünürmüş rengi; ayrıca
Gizli bir erdem sağlarmış sahibine,
Tanrı ve insanlar severmiş görünce,
Ve inanırmış kim yüzüğü taktıysa. Garip midir
Adamın bu yüzüğü hiç çıkarmaması parmağından,
Sürekli de güvencede tutmak için uğraşması
Kendi evinde bile? Bu yüzden – miras bıraktı onu;
İlk önce, oğullarından en çok sevilene,
Onun da en aziz çocuğuna bırakmasını şart koştu – ve
Sonrakinin de doğum sırası gözetmeden en gözde oğluna,
Yüzüğün erdemini sadece,
Evin efendisi takmalıydı – Duyuyor musunuz beni Sultan?
Selahaddin:
Anlıyorum – devam et.
Nathan:
Oğuldan onun oğluna,
Sonunda bir babaya miras kaldı bu yüzük,
Üç oğlu vardı adamın; üçü de aynı derecede itaatkâr;
Bu yüzden eşit severdi üçünü de.
Bazen birini, bazen diğerini, bazen de üçüncüyü,
(Ayrı ayrı üçü de sahibi oluyordu
Onun kalbinin coşkusunun) değerli gördüğünden
Miras bırakacağını yüzüğü, iyi kalpliğinin verdiği zayıflıkla
Her birine söz veriyordu tek tek.
Böyle gitti bir süre. Ama ölüm yaklaştı
İyi kalpli babanın utancı arttı. Olmazdı
Sözüne güvenen iki oğlunun umudunu boşa çıkarmak,
Dayanamazdı buna. Ne yapmak gerekiyordu? Gönderdi
Gizlice bir kuyumcuya yüzüğü,
Gerçek yüzüğün modeline göre
Ismarladı iki yüzük daha, ama emri şuydu
Ne para ne de emek esirgenecekti benzetmek için
Gerçek yüzüğe. Sanatçı başardı bunu.
BERDEWAM >>