Türkiye’ye Geri Dönen Xoybûn Üyeleri Üzerine Notlar
Türkiye’ye Geri Dönen Xoybûn Üyeleri Üzerine Notlar
Aso Zagrosi
Yurtdışı Kürdleri Kürdistan’ı işgal eden devletler açısından dönemlere göre çeşitli farklılıklar göstersede hep rahatsızlık konusu oldu.
Özellikle Kürd ulusal davası konusunda aktif olan, Kürdler içinde etkileri olan ve Kürdlerin sessini dünya kamuoyuna ulaştıran kadrolar bu devletler için hep sorun oldu. Biraz tarihe gidersek ve bazı tarihsel örnekler verirsek durum dahada anlaşılır..1925 Devrimi yenilgi aldıktan sonra Türk devleti sadece direnişçilere karşı katliamlar yetinmedi, devrim sırasında kendisiyle işbirliğine giren yada “tarafsız” kalan kesimlere karşı da harekete geçti..
Türk devletinin esas hedefi Kürdler içinde otoritesi olan, yarın Türklerle çelişki içine düşebilecek tüm Kürdleri etkisiz hale getirmekti. Bundan dolayı Kürd ileri gelenlerin esası Türklerin hedef tahtası durumuna gelmişti..İşte o sıralar Kuzey Kürdistan’dan yoğun bir Kürd ileri gelenler kitlesi Kürdistan’ın diğer parçalarına ve özellikle Güney ve Güney-Batı Kürdistan’a geçtiler..
Bir dizi Kürd aydının ve belli başlı Kürd aşiret liderleri ve din adamlarının Kuzey Kürdistan’ın dışında kümeleşmeleri Türk devleti açısından büyük bir tehlike teşkil etmeye başlamıştı. Bu Kürd kesimlerinin 1927 yılının sonlarına doğru Xoybûn’un Yani Kürd Ulusal Lıgası’nın çatısı altında bir araya gelmeleri Türk devletinin korkularını daha da artırdı.
Türkler bir yandan Kuzey Kürdistan’ı Kürdsüzleştirmek için katliam ve sürgünleri gerçekleştirirken; diğer yandan yurtdışına çıkan Kürd kadrolarını sahte aflerle yada ikili görüşmelerle “kazanmaya” ve Türkiye’ye getirmeye çalışıyordu.. Ağrı Direnişinin dorukta olduğu ve Ararat Hükümetinin kurulduğu bir ortamda devlet bir yandan İhsan Nuri Paşa, Broyê Heskê Telo ve Ağrı direnişinin diğer önderleriyle görüşerek boş vaadlerle direnişi kırmaya çalışırken, diğer yandan Kuzey Kürdistan dışına çıkan kadroları elde etmeye çalışıyordu.. Çünkü, Xoybûn dünya ve bölgede ciddi bir diplomatik faaliyet yürütüyor, Türk devletinin Kürdistan’da giriştiği katliamları sistemli olarak teşhir ediyor ve adeta anti Türk ve bağımsız Kürdistan için bir “propaganda makinesi” haline gelmişti..
Türkler bu kadroyu farklı biçimlerde etkisizleştirmek istiyordu. Bu etkisizleştirme girişiminin bir yanıda özel görüşmelerle ve sahte aflarla bu kadroları Türkiye’ye çekmekti.. O dönemler bir dizi Kürd kadrosu geri döndü. Şu noktanın altını çizmek istiyorum geri dönen kadroların hepsini aynı kefeye koymak doğru değildir. Bu kadrolardan bazıları yurtseverliklerini korudular.. Bazılarıda Kürdlüklerini inkar ettiler. Onun için geri dönen kadrolara ilişkin sabit tespitlerden ve kutulara koymaktan itina etmek lazım. Kaldıki geri dönen kadrolar hakkında ve o döneme ilişkin ciddi bir araştırmada yok. Tam tersi bir dizi yalan ve yanlış bilgiler ortada dolaşıyor. Var olan ortamı daha da karmaşıklaştırıyor. O dönem geri dönen kadroların bir kesimi Türklerin çıkardığı “affa “ tek başına kanacak kadrolar değildi. Türkler Kürdlere ilişkin ne gibi sözler verdiler? Bunlar araştırmaya değer konular..Türk devleti, yurtdışına çıkan kadroları kazanmak ve geri Türkiye’ye getirmek için tüm imkanlarını seferber etmiş ve Kürdlerin en hassas noktalarını kaşımaya çalışıyordu.Bunlardan biri de “Kürd-Ermeni” ilişkisiydi. Kürd-Ermeni ilişkisi Birinci Dünya Savaşı sırasında çok kanlı boyutlara varmıştı.
Bilindiği gibi 1927 yılında Xoybûn ile Taşnak Partisi arasında 19 maddelik bir antlaşma imzalandı..Bu antlaşmanın ek protokolleri vardı.
Aslında “Kürd Ulusal Ligası-Xoybûn” Taşnak Partisiyle girdiği ilişkiler ve yaptığı antlaşma ile ilişki ağını dahada genişletmiş ve Türkler için ciddi bir tehdit olmuştu. Fakat, bir dizi Kürd ileri geleni Türklerin çıkardığı 1928 sahte affından sonra Türkiye’ye döndüler. Bu dönüşler harekete bir hayli zarar verdi. Elbette bu dönüşler sadece af ile açıklanacak gibi değildir. Çünkü, Türk devleti ile o dönemler geri dönenler arasında bir dizi ikili görüşmelerin olduğu biliniyor. En azından Dr. Kamuran Bedirxan ve Celadet Bedirxan ile Türk Konsoloslukların ayrı ayrı yaptıkları görüşmelerin belgeleri bizim elimizde bulunuyor. Bu belgeler Türk devletinin diğer geri dönen kadrolarla da farklı şekillerde görüştüğünü gösteriyor. Mesela o dönem yani 1928 yılında ve sonralarında çıkan “aflar” ile bir dizi Kürd kadrosu Türkiye dönüyor. Bunların arasında rahmetli Şeyh Said’in oğlu Şeyh Aliriza, kardeşi Şeyh Mehdi, Liceli Fehmi, Eminê Perîxanê(Raman aşiretinin lideri ve daha sonra Türkler tarafından öldürüldü) ve daha başka Kürd şahsiyetleri de vardı. Şeyh Ali Riza ve Liceli Fehmi Bilal’ın hem kendileri ve hemde aileleri Türklerden çok çektiler.
Şeyh Ali Riza ile ilgili yazan bir çok kişi ve hatta oğlu sayın Mehmet Fuat Fırat dahi bazı yanlış bilgiler veriyorlar.Sayın Seyidxan Kurij’in yıllar öncesi Sayın M. Fuat Fırat ile yaptığı bir söyleşiyi “Şeyh Ali Rıza Ermeni sorunundan dolayı HOYBUN`da yer almadı.” Anabaşlığı ile yayınladı. Sayın M. Fuat Fırat şöyle diyor:
“Babam arkadaşları ile birlikte buradan Erbile, Seydaye Nehri nin, Küçük Seyda`nın yanına gidiyorlar. Onun evinde kaldıkları süre de İnglizler duyuyorlar ve orada kalmalarını istemiyorlar. İngilizler babamlara Bağdat`a gelin diyorlar. Bunun üzerine babam, kardeşi Selahattin, amcaları Mehdi ve Giyasetin Bağdat`ta toplanıyorlar. Diğer tarafdan Kürt aydınları da bir araya geliyorlar. O zaman ‘Taşnak’ isminde bir Ermeni örgütü vardı. Kürt aydınlarıda ‘Hoybun’ ismi ile bir örgüt kurmuşlardı. Taşnak yöneticileri Hoybun yöneticilerine itifak yapıp Türk devletine karşı birlikte mücadele edelim ve ulusal demokratik haklarımızı elde edelim teklifi getiriyorlar. İngilizler babamın Hoybun kongresine gitmesine musade etmiyorlar, fakat babam kendi adına amcası Şeyh Mehdi ve Şeyh Said`in Sekreteri Fehmi Bilal`ı (Fehmiye Lıceyi) bu kongreye gönderiyor. Onlar kongreden döndükten sonra Ermenilerin şartlarını babama söylüyorlar, babam Ermenilerin şartlarını kabul etmiyor. Ermeniler, Kürtler ile Ermeniler arasında resmi kayıtlarda kayıtlı olan nufusa göre bir toprak bölüşümü öneriyordular. Babam Ermeniler kiliselerin defterlerınde kyıtlıdırlar, ancak Kürtlerin hemen hemen hepsi nufus kayıtlarına sahip değildirler. Biz bu resmi kayıtlara göre bir toprak bölüşümü kabul edersek topraklarımızın ¾ Ermenilerin eline geçer. Biz Ermenilerin bütün köylerini tanıyoruz, gelsinler onların bütün köylerini kendilerine verelim, kendi köylerimiz bize kalsın önerisinde bulunuyor. Sonunda Taşnak ile Hoybun anlaşıyorlar, fakat babam bunu kabul etmiyor ve kendi yerine toplantıya gönderdiği kişileri geri çekiyor.” söylüyor.
Sayın Mehmet Fuad Fırat’ın göre Xoybûn Kongresine katılan Şeyh Mehdi ve Liceli Fehmi Kongreden sonra Güney Kürdistan’a geri dönüyorlar ve Ermeni taleplerini iletiyorlar. Şeyh Aliriza da Ermenilerle olan ilişkilerden dolayı Xoybûn’a tavır alıyor.
Kaldı ki, Xoybûn ile Taşnak Partisi arasında Kongre sonrası 29 Ekim 1927 tarihinde imzalanan antlaşmanının altında Şeyh Ali Riza’nın imzası var. Hemde Şeyh Ali Riza, Kürd imzacıları arasında ilk sıradadır. Ayrıca antlaşma metninin giriş bölümünde Xoybun adına kimlerin ve Taşnak adına kimlerin bu antlaşmayı imzaladığına dair yazılı bilgiler var. Şöyleki antlaşmanın girişinde Taşnak Partisi adına Vahan Papazyan, Xoybûn adına sırasıyla Şeyh Aliriza Paloyi, Dr. Şükrü Sekban, Mustafa Şahin Bey(Berazi aşireti lideri), Haco Ağa(Hawiekani aşiretinin lideri), Emin Ağa(Raman aşiretinin lideri) Suleymanyeli Kerim Rustem Bey, Vanlı Memduh Selim Bey ve Celadet Ali Bedirxan( Antlaşmanın altındaki imzaları ve giriş bölümünü resim olarak ekte yayınlıyorum)imzaladığını yazıyor.
Ayrıca Kürd delegasyonunda bulunan şahsiyetlerin isimleri sayıldıktan sonra “ Hepsi Kürd Ulusal Liqası-Xoybûn’un merkez komite üyeleridir” deniliyor. Yani Şeyh Ali Rıza sadece Xoybûn’a katılmamış, aynı zamanda merkez komitesine seçilmiştir.(daha detaylı bilgiler için Etudes Kurdes’in Jordi Tejel Gorgas, La Lique national Kurde -Khoyboun, Harmattan, 2007 Paris sayfa 51-55)Yıllar önce İhsan Nuri Paşa’nın anısına yazdığım bir yazı serisinde Xoybûn’un kongresi ve Ermenilerle olan ilişkiler üzerine durmuştum. Uzun olacak ama yeniden aktarmak istiyorum:
“29 Eylül ve 27 Ekim 1927 yılında Beyrut’un „Findiq El Arabi“ adlı otelde (kongenin bazı seanslarıda Behamdun veHammane adlı köylerde yapıldı)Kürdistan’ın baĝımsızlıĝını hedefleyen ulusal Kürd Partisi ‚Xoybûn’un kuruluş kongresi oldu.. Celadet Bedirxan, Mustafa ve Bozan Şahin, Haco Aĝa, Emin Aĝa, Memduh Selim Bey, Dr. Şükrü Sekman(Baĝdat’ta kalıyordu), Harputlu Kerim Rustem, Suleymaniyeli Kemal Bey ve Fehmiyê Licî gibi önemli Kürd şahsiyetleri toplantıda hazır bulundular.. Xoybûn’un bu ilk kongresinde Mir Celadet Bedirxan, Memduh Selim, Mustafa Şahin, Haco Aĝa ve Emin Aĝa merkezi yönetime seçildiler.”( Wahe Tachjian, La France en Cilicie et en Haute- Mesopotamie, sayfa 365)
Taşnak Partisi ve Xoybûn arasında imzalanan antlaşmada çok enterasan bir başka nokta daha var.. Iki partinin ortak protokolunun B kısmının 2.maddesi „Sevres Antlasmasında Ermenilere Van, Bitlis ve Erzurum’u veren 89.maddesi geçersizdir“ diye yazıyor. Yine bu protokolun 13.maddesi „Kürd ve Ermeni konfederal devletinden „ söz ediyor..(age, 366- ayrıca bu antlaşmayi değerlendirmek gerekir)
Xoybûn’un merkez yapılanması ile ilgili bilgiyi 24 Kasım 1927 tarihinde Fransız yetkilerine veren Mustafa Şahindir.
Tam o tarihlerde 29 Ekim 1927 yılında Xoybûn ve Ermenilerin Taşnak Partisi arasında „askeri ve politik bir antlaşma“ imzalandı. Bu antlaşmayı Kürd tarafı olarak Şeyh Ali Riza, Dr. Şükrü Sekban, Mustafa Şahin Bey, Haco Aĝa, Emin Aĝa, Kerim Rustem Bey, Memduh Selim Bey, Celadet Bedirxan; Ermeni tarafı ise Dr. Vahan Papazyan imzaladı.( Wahe Tachjian, age, sayfa, 365; Prof.Dr. Kemal Mazhar Ahmed, Çend Laperek le Mêjûy Geli Kurd, sayfa 499-500)
Aslında Xoybûn’un Merkez Komitesine seçilenler Mustafa Şahin’in Fransızlara verdiği bilgideki 5 kişi ile Taşnaklarla Kürdler adına antlaşmayi imzalayan şahıslar arasındadırlar.Zaten Şêx Aliriza, Mehmet Şükrü Sekman ve Kerim Rustem hariç diğer 5 kişiden Xoybûn’un Merkez Komitesi olarak sözediliyor.
Şêx Ali Rizayê Paloyî’nin Xoybûn’un kuruluş aşamasında önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Peresh, İhsan Nuri Paşa’nın “Ağrı İsyanı” adlı eserini Fransızca’ya çeviren ve onun eserleri ile ilgili detay bilgilere sahip biri olarak Şêx Ali Riza ve İhsan Nuri Paşa arasındaki ilişkiler konusunda şöyle yazıyor: “ 1927 yılında yaz sonlarına doğru Piranlı Şêx Said’ın oğlu Şêx Ali Riza’nın taraftarlarından Şêx Hüseyin Suriye’den Pers ülkesine geçti. Onun görevi İhsan Nuri Paşa’yi Xoybûn’un oluşacağı Kürd milliyetçilerinin kongresine davet etmekti. Kürd subayları ihsan Nuri’yi Irak üzerinden geçirmek için görevlendirilmişlerdi. İhsan Nuri’nin toplantıya katılma imkanı olmadı. Fakat, bir mektupla Şêx Ali Riza’dan kendisini bu konferansta temsil etmesini istedi. Şêx Hüseyin Irak Kürdistanın yoluyla Suriye’ye geçti.”
diye yazıyor(General İhsan Nouri Pasha, La Revolte De Agridagh-Ararat- adlı esere Peresh’in yazdığı önsöz, sayfa 41)
Xoybûn’un kongresinde Şeyh Aliriza’nın başkanlık meselesi dahi gündeme geliyor. Şeyh Ali Riza Kongrenin hazırlanması sürecinde de önemli bir rol oynuyor. Taşnak Partisi ile Xoybûn arasında gerçekleşen 29 Ekim 1927 Antlaşması iki tarafın en önde gelen şahsiyetleri tarafından imzalanıyor. Yukarıda da vurguladığım gibi antlaşma metnin girişinde Kürd delegasyonun isimlerinin hemen altında „hepsi merkez komitesi üyesidir“ deniliyor. Böyle önemli bir antlaşmanın altına Şeyh Aliriza olmasa dahi izni alınmadan imzası kullanılabilinirmi?
Bilemiyorum. İmza ortadadır. Bugünkü teknik imkanlardan yararlanıp bir çözüme gidilebilinir.
Ermenilerle antlaşma konusunda Kürdlerin saflarında sorunların yaşandığı biliniyor.Fakat o dönemler gündeme gelen “geri dönüşler” çok daha karmaşık bir yapıya sahiptir. Yurtdışında bulunan Kürdler sürekli ve sistemli bir baskı altındaydılar. Alana hakim olan İngiliz ve Fransız emperyalistleri ve bölgedeki diğer güçler Kürd ileri gelenlerinin rahat hareket etmelerini engellemek için her şeyi yapıyorlardı. 1926’larda İngiltere Güney Kürdleri üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. İngiltere’nin alana gelmesiyle birlikte kendileriyle ilişkiye geçen Seyid Taha Nehri, İngiltere’nin denetiminde bir Kürd yapılanmasına inanıyordu.Bu siyasal tutumundan dolayı Şeyh Mahmud’un İngiltere’ye karşı silaha sarılmasına karşı çıktı, uzun süre Kemalistlere karşı mücadelede yer aldı ve Kemalistlerin bölgeden atılmasıyla birlikte 4 Mayis 1923 tarihinde Rewandiz Kaymakamlığına getirildi.
1925 Devriminin yenilgisinden sonra Kuzeyli bir dizi yurtseverin Rewandiz çevresine yığılmalarının nedenlerinden biride Seyid Taha’nın o alanda bulunmasıydı.
Kuzey Kürdleri 1925 devriminin yenilgisinden sonra şehitlerin intikamını almak amacıyla Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürdlerle de ilişkiye geçiyorlar. Rewandiz’da Seyid Taha Nehri, Musul’da ise Muhamed Emin Rewandizi, İsmail Hakki Şawes, Maruf Çiyawuk ilişkiye geçiyorlar.Örneğin Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Mehdi 19 Haziran 1926 tarihinde Irak ordusunda subay olan Muhamed Emin Rewandiz’a ve Maruf Çiyawuk’a bir mektup gönderiyor ve kendilerinden silah, savaş araçları ve bazı subaylar konusunda yardım istiyor. Fakat, Emin Rewandizi’nin o an orda olmayışından dolayı başka birisi 22 Temmuz’da Şeyh Mehdi’ye cevap veriyor ve bazı istemlerini yerine getiriyor.(Ahmed Hemed Emin Omeri, Rewandiz, lekolinek Mêhûyî û Siyasî-1918-1939, sayfa 91)
Muhamed Emin Rewandizi, Temmuz ayında Rewandiz’a gidiyor. O sırada Şeyh Said’in oğlu Şeyh Aliriza, Seyid Abdulkadir’in oğlu Şeyh Abdullah, İsmail Begê Rewandizi, Şeyh Ahmed Barzani’nin kardeşi Şeyh Sıdıq’ta oradaydılar. Bu Kürd liderlerinin o an orada olmaları tesadufi değildi. Büyük ihtimalle Rewandiz Kaymakamı Seyid Taha ile Kuzey Kürdistan’daki gelişmeleri değerlendirmek için oradaydılar.Şeyh Mehdi mektubunun son bölümünde Emin Rewandizi’den Şeyh Said’in çocukları, Seyid Taha Nehri ve Barzan Şeyhleri hakkındada bilgi istiyordu.(age,91
1926 yılının sonlarına doğu Seyid Taha ile İngilizlerin ilişkileri bozulmaya başlamıştı.. Simko’nun aynı dönemde Rewandiz’a gelmesi, Seyid Taha’nında teşfikiyle Irak hükümetinin Rewandiz’daki otoritesine son verildi.. Bir dizi çatışmalar yaşandı ve sonuçta bazı uzlaşmalara varıyorlar. İngiltere Seyid Taha gibi Kürd kadrolarından kurtulmak istiyordu. Bundan dolayı İngiltere İran Şah’ı aracılığıyla Seyid Taha’yi tasfiye etti. Şah Riza 1928 yılının sonlarına doğru, Seyid Taha’yı sınırdaki bazı olayları ve Seyid Taha’nın İran’da bulunan mülkleri meselesini görüşmek çağırıyor. Seyid Taha’da bu davetiyi kabul ediyor. Tahran’a gittikten sonra hastalanıyor ve Şah’ın özel doktoru tarafından zehirlenerek öldürülüyor.(Dr. Aziz Şemzinî, age, s 156)Seyid Taha Nehri’nin tasfiyesi meselesini gündeme getirmemin nedeni o dönem Rewandiz’da yaşanan gelişmeleri ve Güney Kürdistan’da İngiltere’nin Kürd kadroları üzerine kurduğu baskıları gözönüne getirmek amacıyladır.
Sayın Mehmet Fuat Fırat’ın söyleşisinde sözünü ettiği ve Seydaye Nehri nin, Küçük Seyda`nın yanına gidiyorlar.” dediği ya Seyid Taha yada Dr. Aziz Şemzinî’nin babası Şeyh Abdullahdır. Yukarıda vurguladığım gibi Seyid Taha Nehrî 1928 yılında tasfiye ediliyor. Şeyh Abdullah’da daha sonra Doğu Kürdistan’a geçiyor.(Dr. Aziz Şemzinî üzerine yazdığım notlara bakabilirsiniz)Acaba Seyid Taha’nın 1928 yılında tasfiyesi ile yine Şeyh Alirizaların aynı yıl Türkiye dönüşleri arasında bir bağlantı varmı?
Sonuçta, 1925 Devrim’ine önderlik eden ve sömürgeci Türk devleti tarafından arkadaşlarıyla birlikte alçakca katledilen Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Riza gibi dini otoriteleri olan, etkili ve sevilen Kürd şahsiyetlerin o hassas dönemde dönüşleri Ararat Hükümetine ve direnişine yarar değil zarar vermiştir.
Sayın Yaşar Kaya 20/03/2001 tarihinde Özgür Politik’a da Fehmi Bilal (Liceli Fehmi) ilişkin yazdığı bir makalede ; Milli “Emniyet (bu günkü MİT)’in 1931 yıllarında Ankara’da yayınladığı bir broşürde “ yararlanarak Xoybûn’un Rewandiz sürecine dair bazı bilgiler verdikten sonra,( sözkonusu bilgilerin ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gerekir) Xoybûn kuruluş sürecine geliyor ve şöyle yazıyor:
“Beyrut’ta yapılan kongrede de Liceli Fehmi Efendi vardır. Biz Xoybun’da Kürtler ve Ermeniler arasında cemiyet başkanının kim olacağı konusunda ki itilafi buraya aktarmak niyetinde değiliz. Beyrut kongresinde yapılan seçimde Kürtler adına Celadet Ali Bedirhan, Şahinzade Mustafa, Abdülkerim Şallül ve Memduh Selim Bey üyeliğe seçildiler. Fevkalede murahhas aza ünvanını taşımak üzere Umum Reis olarakta Papazyan intihap edildi. Kürtler buna itiraz ettiler, Ermeniler’e verilen hakimiyet gözlerini açtı, Abdulkerim atıldı. Reis bir Kürt olmalı ve Tercihan Ali Rıza olmalı. Papazyan alevlenmeye başlayan kıvılcımı bastırmak istedi. „Cemiyette reislik yoktur. Benimkisi idari bir ünvandır“ dediyse de ikna edemedi. Ali Rıza’nın amcası Şeyh Mehdi ayağa kalkarak elindeki haritayı masanın üstüne fırlattı ve dediki; „Buraya kadar oynanan oyunun mahiyeti artık anlaşılmıştır. Şu şekle bakınız iki Ermenistan ve ortada iki yumruk arasında kalmış bir Kürdistan… Bunu hangi akıl kabul eder? Sonra kurulan cemiyet, bir Kürt cemiyeti olduğu halde reis Ermeni oluyor. Kürtler gizli bir planla ortadan kaldırılmak isteniyor. Ben Ali Rıza ve taraflarımız adına şimdiye kadar verilen kararların hiçbirini kabul etmiyorum.“………….
“Kürd Ulusal Ligası-XOYBÛN” hem kongresinde ve hem de kurulduğu andan beri bir Kürd partisi olarak düşünüldü ve oluşturuldu. Xoybûn’un Ermeni Taşnak Partisi ile geniş ve sıkı bir ilişkisi vardı. Bu ilişki, yapılan ikili antlaşma ve ek protokollerle somutlaştırıldı. Bu iki parti Türklere karşı ortak mücadele kararı alıyorlar. Xoybûn’un oluşumu sürecinde de Taşnak Partisi’nin ona bir dizi alanda yardımı oldu. Mücadele süreci içindede Taşnak partisi Xoybûn için bir dizi uluslararası ilişkilerin yolunu aştı. O dönemler Kürdlere karşı yapılan katiamların tek bir uluslararası kurumun yani II.İnternasyonal tarafından 1930 yılında Zürih’te yapılan kongre de mahküm edilmesi Taşnak Partisinin ilişkilerinden kaynaklanıyordu. Vahan Papazian’ın Xoybûna 20000 dollar vermesi yada Fransız Ermenilerinin Xoybûn için silah toplama girişimleri sözkonusudur.(Jordi Tejel, Gorgas, age, sayfa 13)
Biraz Xoybûn’un literatürünü inceleyen yada Xoybûn’un oluşum sürecini takip eden biri Xoybûn’un bir Kürd partisi olarak doğduğunu ve siyasal faaliyetlerine son verdiği güne kadar da bir Kürd partisi olarak kaldığını görecektir.
Xoybûn’u bir Ermeni oluşumu olarak gösterenler Türklerdir. Türkler “Ermeni olayını” gündeme getirerek Kürdlerin dinsel duygularına hitap ederek Xoybûn’u ve onun önderliğinden gelişen Ağrı Direnişini kırmak istiyordu.
Birinci Dünya Savaşından sonra Kürdlerin bağımsızlık ve özgürlük mücadelesine karşı Kemalistler sürekli olarak “Büyük Ermenistan” tehlikesini gündeme getirdi ve canlı tutular.
Kazım karabekir Kürd meselesini gündem getirenlere “Düşmanlarımız büyük Ermenistan yapmaya çalışıyor. Buralarda ise en ziyade Kürd kardeşlerimiz oturmaktadır. Maksatları Kürdleri bizden ayırdıktan sonra Ermenistan yapmaktır. Kürdleri mavhedeceklerdir. Bunun için Türk ve Kürt kardeşler bu felakete meydan vermeyiniz” diyor.(Kazım Karabekir, Kürt Meselesi, Emre Yayınları, İstabul, 1994, sayfa 10)
Bugün Türkiye’de Neo-Liberallerin kendileri için fikirbabası olarak kabulettikleri Hüseyin Avni Ulaş Musul Meselesinde Türk Meclisi’nde şöyle diyordu: “Musul’u bugün sana vermeyen niçin yarın versin? Gayesi orada bir Kürt hükümeti teşkil edip, senin memleketini parçalayıp neticede bir Ermenistan teşkil etmek değilmidir? Kürdistan size söylüyorum-Kürdistan hükümeti yapamaz. Kürdün lisanı yoktur. Yazısı yoktur. Kürdün harfi yoktur. Yarın oralara Ermeniler hakim olacaktır. Ermenilerin harsı hakim olacaktır. Yarın oralarda Ermeniler hakim olacaktır.( Muamer Çelik, Hüseyin Avni Ulaş, Erzurum Kitaplığı, 1996, sayfa 121)
Sadece Türk ırkçıları Kuzey Kürdistan’daki hareketi değil, Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmud önderliğinde gelişen Kürdistan hükümetini dahi sonuçta Ermenilerin eline düşeceğini propaganda ediyorlardı. Sanki, Suleymaniye’de, Musul’da ve Kerkük’te Ermeni vardı?
Türkler sürekli olarak Kürd hareketini İngilizlere, Fransızlara, Ruslara ve Ermenilere endekslmeye çalıştılar ve müslüman Kürdlerin dini duygularını kullanmaya çalıştılar.
Xoybûn meselesinde de Türkler aynı yaklaşımları sürdürdüler.
Xoybûn’u “bir Ermeni oluşumu” olarak lanse ettiler.
Sayın Yaşar Kaya yazısının devamında
“Ermeniler ve Bedirhaniler, Ali Rıza taraftarlarının cemiyetten çıkarılmalarını istediler.
Liceli Fehmi, idare heyetine Kürtler’den kimsenin seçilmediğini ileri sürerek bu işte çok alçakça bir maksadın gizlendiğini haykırdı. Bu grup Hoybun’dan ayrılarak muhalif bir cemiyet kurdular. Bir beyanname ile maksatlarını ve oynanan oyunların mahiyetini anlattılar. Bu muhalif cemiyeti kuranlar ise şunlardır: Abulkerim Şallul, Şex Mehdi, Ali Rıza, Liceli Fehmi, Fakih Abdullah Erbak (emekli) Şeyhülislam Haydarizade İbrahim ve oğlu Davut.
Ve diyebiliriz ki, her müzakerede bulunan Liceli Fehmi Efendi, Ali Rıza taraftarları ile birlikte Xoybundan tasviye edilirler. Mustafa Kemal’in cumhuriyetin onüçüncü yıldönümü dolayısı ile çıkarığı af kanunu ile yurda dönenlerden birisidir. “diyor.
Sayın Kaya’dan verdiğim alıntıda o kadar yanlışlıklar ve temelsiz iddialar varki, hepsinin ayakları havada kalıyor ve ispat etmeleri gerekir.
a)Ermeniler ve Bedirxanilerin Şeyh Alirıza ve taraftarlarını Xoybûn’dan çıkarma konusunda hiç bir belge yok.
b) Xoybûn’dan Yaşar Kaya’nın söylemiyle “tasviye” edilenlerin bir yeni oluşuma gittikleri konusunda hiç bir belge yok.
c) Xoybûn’un idaresinin Kürdler dışında yani Ermenilerden oluştuğuna dair hiç bir belge yok. Tam tersi Xoybûn’un Kongresinde merkezi yapılanmaya seçilen şahsiyetlerin hepsi Kürttü…
Sayın Kaya yine sözkonusu Türk kaynağına dayanarak
“Milli Emniyet (bu günkü MİT)’in 1931 yıllarında Ankara’da yayınladığı bir broşürde şunlar var:
………………….
Kapitan Mod-Fold, bu toplantıda ingiliz isteklerini dikte ettirir ama bu maddeler içinde en önemlisi bir cemiyetin kurulması gerektiğidir. İkinci toplantı 1927’de Mart’ta tekrar Seyit Taha’nın evinde yapılır. Bu toplantıda Şex Sait’in oğlu Şex Ali Rıza, firari subaylaran İhsan Nuri, Rasim, Hınıslı Mehmet Emin, Seyit Taha’nın kardeşi Seyit Seyit Muslahattin, Şemdinan mıntıkasından Herki aşireti reisinin oğlu, Balik aşireti reisi Mehmet Ağa Mumkuri aşireti reisi, namına katibi. Bu toplantıda da bazı kararlar alındı.
Kurulacak cemiyetin üstün de duruldu. Xoybun adı üzerinde mutabakata varıldı. İlk toplantı Irak’ta oldu. Toplantıda şunlar vardı: Ermeniler’den Leon Paşa, Urfalı Emir Ziyan, Bağdat’ta Londra Oteli’ni çalıştıran Sultanyan ve Muşlu Aris. Kürtler’den: Şex Sait’in oğlu Ali Rıza, Doktor Mehmet Şükrü ve Sekban firari zabitlerden Hurşit, İhsan Nuri, Hınıslı Mehmet Emin (Brüsk, Broski) Liceli Fehmi Efendi, Süleymaniyeli topcu yüzbaşısı Abdül-Abdülkerim Şallul.”diyor.
Şu noktanın altını çizmek istiyorum. İngiltere’nin Xoybûn’un oluşumunda hiç bir rolu yok. Xoybûn ismide Rewandiz’da değil, Beyrut Kongresinde tespit ediliyor. Rewandiz’da Kürdler arasında bir dizi toplantı ve görüşmeler oluyor. Fakat, bu görüşmeler İngilizlerin istemiyle değildir. İngiltere Xoybûn’a karşıydı. Bu konuyu merak eden arkadaşlar benim “İhsan Nuri’nin Anısına” kaleme aldığım 14.bölümlük yazı serisine bakabilirler. Xoybûn’un Güney Kürdistan’da İllegal bir örgütlenmesi var. İngilizler Xoybûn’a üye olan bir ajanın aracılığıyla örgüt hakkında bilgi sahibi olmaya çalışıyorlar. Bedirxanların Irak’a ve hatta İngiltere’ye girmelerini dahi yasaklıyorlar(yazı serisine bakınız)
Yaşar Kaya makalesinde kullandığı Türk kaynağı Xoybûn olayını karalamak amacıyla kaleme alınmıştır. Xoybûn’u bir Ermeni ve İngiliz ajanlarının oluşturduğu bir yapılanma olarak gösteriyor. Bu tip iddialar doğru değil..
Ayrıca sayın Kaya’nın Türk kaynağına dayandırdığı Rewandiz toplantıları olmamıştır. En azından İngiltere, Ermeni ve o genişlikte Kürdlerin katıldığı bir toplantı yok. Zaten 1927 tarihinde İhsan Nuri dahil bir dizi Kürd kadrosu o alanda yok.
Bundan dolayı Türklerin uydurduğu Kürd düşmanı, sahte bilgilere dayalı söylemleri Kürdlere empoze etmek doğru değil. Zaten Kürd tarihi hakkında bir dizi çarpıtma var. Birde kendi elimizle bu tip çarpıtmaları gerçekmiş gibi Kürdlere empoze etmeyelim.
Kürd Ulusal Ligası-Xoybûn ile Taşnak Partisi ilişkileri daha sonrada Türkiye dönen Xoybûn üyeleri tarafından tartışma konusu yapıldı. Bunlardan biri Dr. Mesud Fanidir. Ailesi 19.yüzyıldan Güney Kürdistan’dan Adana’ya gelip yada getirtilip yerleştiriliyor. Süreç içinde Adana’nın en zengin ve eğitimli ailelerinden biri haline geliyor. Fransızlar, Adana ve çevresini işgal ettikleri zaman Mesud Fanî’yi Cebel-i Bereket yani Osmaniye’ye Mutasarıf yapıyorlar..
Kemalistlere karşı tavır alıyor. Mesud Fani’nin iki kardeşi, yani Ali İlmi ile Zeynelabidin Fanizadelerde Kemalistlere karşı tavır alıyorlar. Zeynelabidin Hürriyet ve İtilaf Fırkasının genel sekreterliğine kadar yükselen biri…. Kemalistler iktidarı aldıktan sonra Yüzelilikler diye bilinen kendilerine karşı olan kesimleri sürgüne gönderiyorlar. Bu 150’lilerin arasında Mesud Fani ve 2 kardeşide var.(Daha geniş bilgi için M. Bayrak’ın Anti Toroslar’dan Bir 150’lik: Fanizade Alî îlmî(Bilgili) www. Navkurd.eu bakınız) Mesud Fani Fransa’nın alandan geri çekilmesinden sonra Suriye ve oradan Paris’e geçti. Xoybûn’un kuruluşundan sonra Mesud Fanî Xoybûn ile ilişkiye geçiyor.
Mesud Fani 1933 yılında Sorbon üniversitesinde hazırladığı “la Nation Kurde et son evolution sociale” adlı doktora teziyle Kürdleri Türklere bağlayarak kendisini Kemalistlere afettirmeye çalıştı. Daha sonra Mesud Fani kitabını şöyle değerlendiriyor: “Şimdi bütün Türk dünyasını sevinç içinde çoşturan bu muhteşem eserinin(Atatürk’e hitaben Cumhuriyet kastediliyor) onuncu yıl dönümünde Paris’te yazdığım Fransızca bir kitapta kutlamıştım. Uzun tetebbülerden(araştırma, tetkik) sonra bastırdığım bu üç yüz sayfalık tez, Kürt ihtilal teşkilatlarının yabancı dillerle yaptıkları yalan yanlış neşriyat karşısında hakkın bağıran sesi oldu. Şahsına yüksek eserine , isnat ve iftiralarda bulunan alçakları ilmin açık dilile susturdum, hayatlarile oynamak istedikleri zavalı Kürdlerin Orta Asya’dan gelen Türk kollarından başka bir şey olmadıklarını en ciddi vesikalara fikir alemine ilan ettim”( History Studies,ikinci Cilt, Murat Yümlü, Yüzellilikler Meselesi, Mesud Fani ve Risalesi Üzerine bir İnceleme,345)
Birlikte hukuk fakültesinde okuduğu okul arkadaşı Burhan Felek, onu “24 ayar ateşin zekalı” bir insan olduğunu söyledikten sonra “bugün ak dediğine kara diyen ve bununla övünen bir karektere sahipti” diyor.. Mesud Fani Türk ırkçılarına bir dizi yağ çekmesine “Kürdü Türk yapmasına” rağmen Kemalistlerin Cumhuriyetin 10 yıldönümünde (1933) çıkardıkları aftan yararlanmıyor.. Ancak Mustafa Kemal’in ölümünden sonra 1939 yılında Türkiye dönebiliyor. Dr. Mesud Fani bunlarlada hızını almıyor 1935-1938 yılları arasında “Atatürk’ün Hayat Felsefesi” adlı bir kitap kaleme alıyor. Mesud Fani 1932 yılında Türkiye’nin Paris Büyükelçiliğine başvuruyor…… Büyükelçi ile Türk Dahiliye Vekaleti arasında Mesud Fani’ye ilişkin mektuplaşmalarda Dahiliye Vekaleti “ Şayet istiyorsa kendi teşebbüsleriyle memleket hainlerine karşılık verebileceği” şeklinde cevap alıyor..(Murat Yümlü, age, sayfa 340)
Fani bazında Türk yetkilileri arasındaki mektuplaşmalarda “Türkiye Cumhuriyeti hakimiyeti altında bulunan topraklarda bir Kürtçülük sorunu ve Kürdçülük davası olmadığını, Türk ulusal sınırı dışında Türk vatandaşı ile ilgisi olmayan bazı serserilerin düşmanlardan sağladıkları para karşılığında onlara hizmet ettiğini ve bu amaçla Kürtçülük cereyanı uyandırmak istediklerini, Bedirxanilerin Ermeni Taşnaksutyun Komitelerinin düzenlemesiyle ortaya çıkardıkları Hoybun Cemiyeti’nin de bu kabilden olduğunu” söyleniyor.(Murat Yümlü, age, sayfa 341) Burada da Kürdlüğü ve Bedirxanileri Taşnakların bir manipülasyonu olarak gösteriyorlar. Bazı kaynaklar Mesud Fani’nin 1928 yılından itibaren Türk İstihbarat birimleriyle ilişkiye geçtiğini ve Xoybûn’a dair bilgiler verdiğini yazıyor.(age, sayfa 341) Ağrı Direnişi kırıldıktan sonra da Türk devleti yurtdışında bulunan Kürd kadrolarının yakasını bırakmadı.. 20. Yüzyılın başlarında İstanbul’da ortaya çıkan hemen hemen tüm Kürd kuruluşlarında, “Kürd teavün ve Terakki Cemiyeti”(1908), “Kürd Hêvî Talebe Cemiyeti”(1912), “Kürd Teali Cemiyeti”(1918) yer alan ve 1927 yılından itibarende Xoybûn’un Bağdat temsilciliğini yürüten Dr. Mehmet Şükrü Sekban’da bunlardan biridir.. Dr. Şükrü Sekban Kemalistlerin istemi doğrultusunda “La Question Kurde” adı altında kendi eski düşünceleri yadsiyan “Kürdleri Turan”a bağlayan bir eser yazarak Türkiye döndü.
Bilindiği gibi Güney Kürdistan aydınlarından Refik Hilmi, Dr. Sekban’ın kitabının çıkışından sonra sert bir dile yazdığı bir kitapcıkla cevap verdi. Türk devletinin Kürd kökenli ve Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesine katılan, entelektüel birikimleri olan kadrolar vasıtasıyla Kürd ulusalcılığının temellerini dinamitlemeye ve Kürdleri Türk yada Turani olarak gösterme yönünde ciddi bir çabası vardı. Her ne kadar bugüne kadar elimizde resmi belgeler olmamasına rağmen, Türk devletinin o dönemler “kazandığı” kadrolarla ikili görüşmeler yaptığına dair ciddi veriler var. Örneğin Dr. Kamuran Ali Bedirxan ve Celadet Ali Bedirxan ile Türk Konsolosları arasında yapılan görüşmelerin önerileri Türk tarafından geliyor.
Dr.Mesud Fani’nin ve Dr. Mehmet Şükrü Sekban’ın kitapları 1933 yılında Paris’te basılıyorlar. Bu 1933 yılı bir tesadüf mü? Acaba Kemalistler Kürdlerin eliyle Kürd Ulusalcılığını yadsıyan ve Kürd milletinin varlığını inkar eden planlı ve programlı bir saldırıyı mı örgütlemişlerdi? Şimdilik bir şeyler söylemek istemiyorum.. O süreç ciddi bir şekilde irdelemeye muhtaçtır. Bu kitapların yayınlamasından bir yıl önce başka görüşmeler var. Mesela 4 Aralık 1932 yılında Beyrut Türk Konsolosu ile Dr. Kamuran Ali Bedirxan arasında bir evde yapılan görüşme var. 3 saat süren bu görüşme isteği Türk Konsolosundan geliyor.
Bu görüşmede Türk Konsolosu Türkiye devletiyle anlaşmaları Kürdlerin çıkarına olduğunu, Batılı güçler sizleri terkettiler ve terkedecekler. Aktüel olarak İngiltere sizinle ilgilenmiyor. Şimdilik sizin Fransa ile ilişkileriniz iyi, onlarda sizleri terkedecekler, diyor “ Hangi koşullara bağlı olarak Kürdler bu düşmanlıklarına son verir?diye Dr. Kamuran’a bir soru soruyor.
Kamuran Bedirxan burada devreye giriyor “ bizim Fransa ile ilişkilerimiz olduğunu sanmayınız.. Fransa benim Matossian Şirketindeki işimin kaybedilmesine neden oldu…… Sınıra gitmemizi engelliyor… Kardeşimi sınırdışı ettiler.(Sureya Bedirxan’ı Mısır’a gönderiyorlar-Aso? Türk hükümetinin Kürdlere karşı alınmasını istediği tüm tedbirleri alıyorlar……. Konsolos yeniden Kürd- Türk ilişkilerine dair sorusunu tekrarlıyor. Dr. Kamuran verdiği cevapta “ben bir millet adına ve hatta yenilmiş bir halkın temsilcisi olarak konuşamam, ancak kendi adıma konuşabilirim” diyor. Konsolos bu arada Kamuran’ın “yenilmiş halk” tespitini “ zafer kazanmış” olarak kendince düzeltmeye çalışıyor. Kamuran Bedirxan, “ Kürdçe için garantiler, Kürd halkı için Kürdçe eğitim ve öğretim” meselesini gündeme getiriyor. Bu arada Türk Konsolosu devreye giriyor: “ Gördüğüm kadarıyla siz Kürd meselesini bir dil ve ulus meselesi olarak alıyorsunuz. Bana göre ise Ağalar ve dinsel fanatikler sorunudur” diyerek alışagelen Türk argümentlerini tekrarlıyor.
Hemen burada Dr. Kamuran Bedirxan devreye giriyor: “Eğer düşünceniz buysa bu konuşmayi sürdürmenin gereği yoktur. Kendi vatantaşlarımı laikleştirmek için size yardım edemem. Eğer siz Kürd meselesini Ulusal bir Mesele olarak görmüyorsanız, Kürd ağalarını bazı hediyelerle yanınıza çekmekten zorlanamazsınız.” diyor. Ve Dr. Kamuran kapıya yöneliyor. Bu arada Türk Konsolosu Dr. Kamuranı durduruyor. Bu arada Kamuran Kürdlerin Osmanlılara yaptıkları hizmetlere vurgu yapıyor, Bedirxanilerden 23 kişinin Büyük Savaşta öldürüğü ve kendisininde 1913 yılında Balkan savaşında yer aldığını ev Kürdlerin çok acı çektiklerini anlatıyor………………………….. Kamuran konuşmasında devamla “Dil ve okul” gibi taleplerini yeniden gündemleştiriyor….. Konsolos bu konuda yetkili olmadığını ve Meclis’in işi olduğunu söylüyor…. Bu arada Türk Konsolosu Dr. Kamuran’a “eğer Ankara bu istemlerinizi yerine getirirse, Türkiye dönerek bu yüksek entelektüel birikiminizi ve kültürünüzü ülkenin hizmetine sunarmısınız?” diye sorar. Kamuran Bedirxan “bir kaç yıl Türkiye’nin atacağı adaımlardan samimi olup olmadığına bakacağız” diyor.
Bu arada Türkiye dönen ve öldürülen yeğenin meselesini gündeme gitiriyor.(Belge bir hayli uzun kısa bölümlerini vermeye çalıştım, daha geniş bilgi için Jordi Tejel, Gorgas, age, sayfa 65-68)
Türk devlet yetkilileri çeşitli Kürd çevreleriyle ilişkiye geçerek sahte söz ve vadler vererek onları hareketten uzaklaştırmaya çalıştığı bir dönemde Kürd Ulusal Lıgası-Xoybûn’da boş durmuyordu. Türk devleti Xoybûn’u zayıflatmak ve yapabilirse dağıtmak için elinde bulunan bir dizi imkanlarını seferber etmişti.
Türk devleti çeşitli sahte aflarla Kürdleri oyalamaya, bölmeye ve hareketi kontrol altına almaya çalışıyordu.. Fakat asırlar boyunca Osmanlıların ve Türk Cumhuriyetinin yalanlarını yakından bilen bazı Kürd aşiretleri yine oyuna geldiler.
Xoybûn Türk devletinin Mart 1928 tarihinde çıkardığı affı boşa çıkarmak için Kürd halkına yönelik kitapcıklar ve bildiriler yayınlıyor. Xoybûn’un bu açıklamaları Kürdlerin siyasal mücadele tarihinde, Türk devletine karşı yaklaşımda ve Xoybûnun “Yeni Diskurs”u hakkında bize bir hayli bilgiler veriyor.
Garo Sasuni’nin Med yayınları tarafından basılan Kürd Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıldan Günümüze Ermeni-Kürd İlişkileri adlı eserinde Xoybûn’un Mart 1928 Affına ilişkin bir bildirisini aktariyor. Bildiri uzun, ama öğretici olduğundan dolayı aktarmak istiyorum:
“Ey Kürdler! Biliyorsunuz ki Türk hükümeti Kürdler için son günlerde sözüm ona bir af çıkarmıştır. Bu affı çıkarmakla Türk hükümetinin amacı, Türkiye sınırları dışında yaşayan Kürd milliyetçileriyle , halen dağlarda isyan halinde olan içerdeki Kürdleri hile ele geçirmektir. “Xoybûn” Kürd örgütü bu kritik dönemde Kürd ulusuna bu konuda uyarıda bulunmayı kutsal bir görev sayar. Her şeyden önce şunu söyleyelim ki, Türklerin ilan ettikleri bu af, kesinlikle samimi ve gerçek bir af değildir. Türkler kendi kontrolleri dışında bulunmakta olan Kürdleri ülkeye getirerek tevkif etmek istiyorlar.
Çünkü:
1) Türk hükümetinin içeride isyan halinde olan Kürdlere kuvvet yoluyla boyun eğdirme ümidi yoktur. Ülkenin dışında olan Kürdlerin ise Türk hükümetinin sözüne güveni yoktur. Geçen 3 yıllık devre içinde Türk hükümetinin güttüğü siyaset her ne kadar Kürd halkına çok pahalıya mal olduysada, bu siyaset aynı zamanda Türk devleti için ise daha da büyük zararlara ve zorluklara mal olmuştur. Bunun için Türk hükümeti, Kürd isyancıları ve sınır dışındaki milliyetçi Kürdler sorununu kolay bir yolla çözümlemeyi planlamaktadır. Bu çözüm yolu ise aftır. Şurası şüphesizdir ki, şayet bazı Kürdler bu affa inanıp teslim olurlarsa, mutlaka yok edilecekleridir.
2) Türkiye’de barış, kanun ve düzen mevcut değildir. Avrupa ve Amerika Türkiye’ye güvenmemekte, bu ülkelerin günlük basınları devamlı olarak Türkiye içindeki karkaşalıklar hakkında ve Mustafa Kemal idaresinden hoşnut olmayan Kürdlerin isyan halinde oluşlarını ve bu hareketlerinde haklı olduklarını belirtmektedirler. Türkler, dünyaya Türkiye’nin barış içinde olduğunu göstermek ve Batı’nın güvenini kazanmak, onlardan ekonomik yardım koparabilmek umuduyla bu affı gerekli bulmaktadır. Kısacası bu af sadece Türklerin çıkarları gözönüne alınarak planlanmış ve Kürdleri yeni bir tuzağa düşürme amacını gütmektedir.
3) Ulusumuzun üç yıl devam ettirdiği isyan ve gösterdiği kahramanlıkları sayesinde, bugün dünyanın her tarafıında Kürdlerden bahsedilmekte, Türklerin canavarlıkları anlatılmakta ve bir Kürd halkının varlığı kabul edilmekte ve bu halkın özgürlüğünü amaçladığı kavranılmaktadır. Türkler bu sahte af ile bir Kürd sorunun olmadığını dünyaya inandırmak istemektedir. Ve eğer dışarda bulunan Kürdleri de geri getirtebilirlerse, onları da yok edip artık dünya kamuoyuna bir Kürdistan’ın var olmadığına inandıracaklardır.
4) Türkler, yabancı devletler tarafından elebilecek hücumlardan korkmakta ve herhangi bir savaş olduğunda, Kürdlerin bu fırsatı kullanarak kendi bağımsızlıklarını ilan etmelerinden endişelenmekte ve bunun için de şimdiden Kürd gücünü boğmak istemektedir.
5) Xoybûn Örgütü Türk hükümeti için büyük bir tehlike teşkil etmektedir. Türk hükümetleri bundan öncede suikastler ve hileler yoluyla Kürd örgütlerini dağıtmışlardı. İşte şimdi de Xoybûn’u dağıtmak istiyorlar. Halbuki bütün Kürd halkı Xoybûn ile birliktedir ve bütün uluslar kendi bağrından çıkan doğan öz örgütleri yoluyla nasıl bağımsızlıklarına kavuştularsa, Kürd ulusuda kendi öz örgütü olan Xoybûn öncülüğünde bağımsızlığına kavuşma isteğindedir. Bu nedenledir ki, Türk idaresinin en büyük arzusu Xoybûn’u dağıtmaktır. Af çıkarılmasının gerçek nedeni işte budur. Fakat gerçek Kürd Xoybûn’a sadık kalacak ve Türk idarecilerinin riyakarlıklarına inanmayacaktır. Affın katliamı hedef tutan amacını açıklamak için korkunç bir gerçeği anlatalım. Biliyoruz ki, geçen kış çok sayıda Kürd sürgün edildiler ve onların büyük bir kısmı yolda kırıldılar. Şimdi yine kara kış ortasında sözüm ona affı uygulamak amacıyla bu zavallıları eski yerlerine götürmek için yola çıkarmışlardır. Oysa onlar, Türk idarecilerinin çıkardığı sahte af nedeniyle yol boyunca kırılıp çoğunluğu yok olacaktır.
6) Türk hükümeti için her şeyden önce lider durumundaki kişiler önemlidir. Bundan dolayı bu kişileri aldatarak Kürd ulusunun “başını kesmek” istemektedir.
7) Harput, Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbekir, Urfa, Siverek ve Günç’ten sürgün edilmiş olan yüzbinlerce Kürdten, bugün ancak bir kaç yüz kişi hayatta kalabilmiştir
………… Ardından Xoybûn çağrısını şu şiarlarla bitiriyor: Kürdler Türklerin affına inanmayınız! Genel Müfettiş teşkilatına inanmayınız!! Türklerin insafına sığınmayınız!! Herhangi bir Türk hükümetinin Kürd haklarını tekrar vereceğine inanmayınız!! Birbirinizle birlik ve anlayış içinde olunuz! Ümidinizi kaybetmeyiniz!!! Kürdistan bağımsızlığa kavuşacak ve Kürd ulusu bahtiyar olacaktır!! Atalarımızın şu sözünü unutmayınız!!! BEXTÊ ROMÊ TUNEYE!!! (Garo Sasuni, age, sayfa 209-211)
Xoybûn’un bu açıklaması ışığı altında 1928 affından yararlanıp Türkiye dönen Kürdlerin durumunu değerlendirmek gerekiyor. Sonuçta tarihsel olarak Xoybûn haklı çıktı. Türkiye geri dönenleri zor günler bekliyordu. Bazılarıda fiziki olarak tasfiye edildiler.
Kürd Ulusal Ligası-Xoybûn, doğrudan önderlik ettiği Ararat direnişinin yanında, hâlâ bir direniş merkezi olarak varlığını sürdüren Dersim’e küryelerini(Osman Sebri) gönderiyor, Sason Dirinişçileriyle ilişki kuruyor ve Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürdleri harekete geçirmeye çalışıyordu. Kürd Ulusal Lıgası-Xoybûn’ Türklerin çıkardığı aflara karşı yaklaşımını Şengar Kürdlerinden İsmail Begê Êzidî’ye gönderdiği mektuptada görülüyor.
Xoybûn Şengar Kürdlerine ve İsmail Begê Êzidî’ye gönderdiği açıklamalardan birini İsmail Begê Êzidî İngiltere’nın Musul yetkililerine teslim ediyor.
Aslında İsmail Begê Êzidî, Xoybûn ve İngiliz Güçleri arasındaki bu karmaşık ilişki bize bir çok şeyi anlatıyor.
Türk çevrelerinin Xoybûn’u İngiltere’ye bağlama girişimlerini de boşa çıkarıyor. Xoybûn İsmail Begê Êzidî’ye yardım için çeşitli mektup ve açıklamalarını gönderiyor
İsmail Bey, İngiltere’nin izni olmadan bir girişimde bulunmak istemiyor. Fakat, “Kürd davasına” karşı sahip olduğu sorumluluğuda unutmuyor ve bunu İngilizlere de açık bir şekilde ifade ediyor. İngiliz yetkilileri Xoybûn’un açıklamasını ve İsmail Begê Êzidî’nin düştüğü notu çevirerek devlet yetkililerine gönderiyorlar. Olduğu gibi çevirerek aktarıyorum:
“Musul Vilayetinin İdari İnspektörüne Al Amir İsamil Beg AL YEZİDİ tarafından 17 Şubat 1930 tarihinde gönderilen mektubun tercümesi: Yaklaşık olarak 4 ay önce Kürdistan Xoybûn’undan bir not aldım, bilgilendirmek amacıyla Sincar Kaymakamına gönderdim. Şimdi ise Xoybûn’dan bir açıklama aldım Bu açıklamayı zarf içinde sizin bilginize sunmak için gönderiyorum. Sizin de bildiğiniz gibi biz Kürdüz. Biz ulusal kimliğimizi gözardı edemeyiz. Fakat aynı zamanda bizleri Türklerin hahşetinden kurtaran Britanya hükümetinin iyiliğini de unutmuyoruz. Sizlere vatandaşlarımızdan aldığım mektubu gönderiyorum ve sizden bu konudaki düşüncelerinizi bizimle paylaşmanızı rıca ediyorum……
Xoybûn
Yeni ve korkunç bir tehlike Kürdleri bekliyor. Türklerin katliam ve yıkım politikalarını terkedecekleri yönündeki söylemleri tümüyle yalandır. Onlar Kürdler için yeni bir yıkımı hazırlıyorlar. Kürd bölgelerinden gelen raporlara göre Türkler, Van, Bitlis, Diyarbekir, Erzurum, Muş, Mardin ve Urfa’ya trenlerle yoğun bir askeri sefkiyat içindeler. Kürdlerin kendi evlerine geri dönmeleri için yapılan girişimler, yaşam ve onurlarını korumak için Suriye, Irak ve İran’a geçen Kürdlerin geri dönmeleri için girişilen ikna çabaları bir yana, durmadan Kürdistan’a yapılan askeri yığınaklar bize gösteriyorki Türkler iğrenç bir aksiyon hazırlığı içindeler.
KÜRDLER!! KARDEŞLER!!
Sizler yeni bir katliam ile karşı karşıyasınız! Yakılan yüzlerce köyü, öldürülen binlerce Kürdü ve kaçırılan kız ve kadınları hatırlayınız!!! Birbirlerinizi seviyorsanız, silahlarınızı saklayınız ve size karşı yapılacak yeni vahşetlere karşı uyanık olunuz!!!
Aranızdaki düşmanlıkları/kırgınlıkları unutunuz!!
Türkler, milletimizi yoketmek için Kürdlerin kendi aralarında birbirlerini öldürmelerini istiyorlar. Bizim size önerimiz silahlarınızı, cephanenizi ve birliğinizi koruyunuz.
KÜRD KARDEŞLERİMİZE!!!
Unutmayız ki Türkiye, askerlerini, jandarmalarını ve subaylarını, içine girdikleri vahşi aksiyonlar, barbar saldırılar ve Kürd katliamlarından dolayı tam affa tabi tutu. Kürdlerin kendi yaşamlarını, onurlarını ve ulusal haklarını korumak için giriştikleri savunma çabaları her zaman cezaya tabidir. Cezalandırmları ve tecilleri uzun bir süreyi kapsıyor. Unutmyalım ki, cezalar ve tecil işi kaldırılması 23.10.1929’a kadardır. Kürdlerin bu tarihten sonra yaşamlarını ve onurlarını korumak için yaptıkları eylemler suş sayılıyor ve cezaya tabidir.
Türkler, Kürdleri hapise atmaya, sürgüne göndermeye ve öldürmeye her zaman hazırlar. Bundan dolayı, Türkiye’nin kurduğu bu yeni tuzağa düşmeyiniz. Bu arada Kürd cesaretinizi ve düşmana karşı intikam duygunuzu güçlendiriniz!!
KENDİNİZİ TÜRKLER TARAFINDAN KANDIRILMAYA İZİN VERMEYİNİZ!!!!( Jordi Tejel Gorgas, age, 43-45)
Kürd Ulusal Ligası-Xoybûn’un Türk devletinin çıkardığı “aflara”, Kürdlere karşı yapmış olduğu katliamlara ve Kürdleri silaha ve direnişe çağıran bu çağrılara fazla katılacak bir yoktur. Sadece örnek olarak Xoybûn yönetiminin iki açıklamasını yayınladım.
Xoybûn’un bir dizi gelişmenin yanında “Türk hükümeti için her şeyden önce lider durumundaki kişiler önemlidir. Bundan dolayı bu kişileri aldatarak Kürd ulusunun “başını kesmek” istemektedir” demesi o dönem yaşanan canlı bir soruna dikkat çekmesi önemlidir. Çünkü, Türk devleti Kürd Ulusal Kurtuluş Hareketini izole etmek ve yoketmek için harekete önderlik eden ve güçlü konuma sahip olan, din adamlarına, aşiret reislerine ve aydınlara el atıyor. Xoybûn yaşanan bu durumu “Kürd Ulusunun başını kesmek” olarak görüyor.
Daha önce sözünü ettiğim gibi Türk devleti Celadet Ali Bedirxan ile de görüşüyor. Celadet Bedirxan ile yapılan bu görüşme Celadet ve Kamuran Bedirxan’ların Xoybûn’dan ayrıldıktan bir kaç yıl sonrasına denk geliyor.(Bedirxanilerin Xoybûn ile ilişkileri üzerine daha detaylar için İhsan Nuri Paşa’nın anısına kaleme aldığım yazı serisine bakınız)
Celadet Bedirxan ile Türk delegasyonu arasındaki görüşme 3 Temmuz 1935 yılınında Beyrut’taki Türk Konsolosluğunda gerçekleşiyor.
Ankara’nın Genel Güvenlik Şefi Şükrü Bey Haziran ayının sonlarına doğru Şam’da toplanacak olan Sınır Komisyonun toplantısına Türk delegasyonun başkanı olarak geliyor. Şükrü Bey Beyrut Türk Konsolosu Basri Riza’ya Celadet Bedirxan ile görüşmek istediğini bildiriyor. Basri Rıza, bu görüşmeyi örgütlemek için Irak’ın Beyrut Konsolosluğunun sekreterliğini yapan Emin Paşa’nın oğlu Muzafer ile ilişkiye geçiyor. Muzafer’in eşi Bedirxanilerdendir.
Celadet Bedirxan bu görüşmeyi kabul edip etmeme konusunda net değildir. Sonuçta görüşmeyi kabul etmeden önce görüşme önerisinin Türklerden geldiğine dair Basri Rıza’ın Muzafere gönderdiği iki mektubu alıyor.
İki taraf arasındaki görüşme 3 Temmuz 1935’te gerçekleşiyor. Toplantıya katılanlar Şükrü Bey, Basri Rıza, Komutan Mahmut Kalkal(büyük ihtimal ile Türk İstibarat Teşkilatından biri), Celadet Bedirxan ve Muzaferdir. Toplantının ilk yarım saatı genel konuşmalarla geçiyor. Bu arada Mahmut Kalkal konuşmanın gidişatını yönlendirerek Mesud Fani’nin “La Nation Kurde et son evolution sociale” getiriyor ve övgüler diziyor. Aynı şeyi Dr. Şükrü Sekban’ın “La Question Kurde” içinde yapıyor. Mahmut Celadet’in o konuda ne düşündüğünü soruyor.
Celadet “temelsiz bir kitaptır” diyor. Şükrü Bey, Mehmet Şükrü Sekban’a “özverili bir insan olduğununa” dair övgüler yağdırıyor. Celadet buna karşı çıkıyor ve “kitabın belli bir amaç için yazıldığını” söylüyor. Celadet konuşmasını devam ederek “Bu insanlara güvenmekle yanlış yoldasınız, ayrıca eğer siz onların gerçekten yararlı ve özverili olduğunu düşünüyorsanız onlara baş vurun, bana değil” diyor.
Bu arada Celadet ile Şükrü arasında bir sertleşme yaşanıyor.
Şükrü Celadat’te Kürdçenin taşra ağız birleşkeni olduğunu , Muşlu bir Kürdün bir Diyarbekir Kürd’ünü anlamadığını söylüyor.
Buna karşılık Celadet 3 tane lehçenin var olduğunu konuşma dilindeki küçük farklılıklara rağmen 3 lehçede insanlar birbirlerini anlıyor, diyor.
Şükrü bir örnek vererek “Muşlu bir Kürd çok kolay bir şekilde Türkçe öğreniyor, bu ise iki dilin benzerliğini gösteriyor” diyor.
Bu söyleme karşılık olarak Celadet “Bu söylediğiniz yanlızca Kürdlerin zeki olduğunu ispat ediyor” diyor.
Celadet’in bu sözleri Şükrü asabileştiriyor.
Celadat “Siz sert bir uslüp kullanıyorsunuz. Sizin sahip olduğunuz pozisyona ve iktidara yakışmıyor. Sakinleşmek zorundasınız. Ayrıca var sayalım Kürd sizin kardeşsiniz, siz küçük kardeşinizin zeki oluşuyla gurur duymalısınız” diyor.
Celadet Kürd diline karşı gösterilen yaklaşımları eleştiriyor, Şükrü ve Mahmut çeşitli cevaplar veriyorlar. Bu arada Mahmut Celadet’in söylemine karşı Diyarbekir mahkemesinde Kürdçe tercuman kullanıldığı meselesini gündeme getiriyor. Celadet “bilgi toplamak için mecburiyet karşısında yapılmış bir şeydir” diyor
Daha sonra Türkler konuşmayı “HAWAR”a getiriyor ve Hawar’ın isyan çağrılarını yaptığını, sınırdan kaçakçıların Hawar’ı ülkeye soktuklarında Celadet’in elyazısıyla yazılmış ve halkı isyana çağıran bir mektubu bulduklarını söylüyorlar.
Celadet bu iddiaları reddediyor, Kürdlerin isyan çağrıları yapmadığını ve katliamlar istemdilerini söylüyor. Bir dizi konuşmadan sonra Türkler Celadet’e Türkiye’ye dönme önerisini getiriyorlar. Celadet bu soruya net bir cevap vermiyor..
Bu görüşmede bir şey çıkmıyor.
Daha sonra Mahmut sıcaktır bahanesiyle Muzafer’le dışarı çıkıyor ve ikisinin arasında konuşma devam ediyor.
Mahmut: Celadet’in Türkiye’de Kürdleri ayaklandırmak için çabalamadıklarını söylemesi sizce gerçek düşüncesi mi?
Muzafer: Kesinlikle. Bu onun sürekli tavrıdır. O Türklerin Kürdlere karşı yeni baskılarından kaçınıyor.
Mahmut: O zaman aramızda yanlış bir anlama yok… Ben size Türkiye’de Kürdlerin ezilmediğini ispat edebilirim.
Muzafer: Eğer siz bunu ispat ederseniz, hiç