“Erzincan Hükümeti” ve bazı eleştirel notlar
Davut Hoca’nın yıllar önce KAWA çevresinin çıkardığı bazı yayınlarda yayınlanan “UNUTULAN TARİH: ERZİNCAN HÜKÜMETİ 1917-21“ adlı makalesi son dönemlerde yeniden bazı internet sitelerinde yayınlandı.
Kürd tarihine ilişkin araştırmaları önemsiyorum ve büyük değer biçiyorum..
Kürd tarihine ilişkin araştırmalar her zaman dikkatimi çekiyor. Bir çok yazıyı defalarca ve tekrar tekrar okuduğumu hatırlıyorum. Davut Hoca’nında bu yazısını defalarca okumuşumdur.
Sonuçta Kürdler, kendi tarihlerine ilişkin sahip oldukları bilgi ve belgeleri eksik ve yanlışları içerse dahi yayınlamalılar.. Çünkü, bu tip yazılar/araştırmalar daha sonra aynı konuya ilişkin olarak yapılacak araştırmaların önünü açar ve daha da zenginleştirir.
Davut arkadaşın makalesinde gündeme getirdiği Ermeniler, Kürdler ve Türkler tarafından kurulan „Erzincan Şûrası“ yıllar önce ideolojik duygularıma bir hayli hitap ediyordu. Hatta bende 20 yıl önce „Mahabad Kürd Cumhuriyeti „(Demokratik Kürdistan Cumhuriyeti) üzerine yaptığım bir araştırmada Sovyetlerin Cumhuriyetin yıkılışından hiç bir rolleri olmadığını ispat etmeye çalıştım. Bu makaleyi bazı arkadaşlar Almanca’ya çevirmiş ve Navend’in çıkardığı dergide de yayınlamışlardı. Başkalarıda bu makaleyi geniş bir şekilde kullandılar. Fakat gelinen aşamada yayınlanan bir dizi belgeden sonra Sovyetlerin Cumhuriyetin yıkılışında o kadar da pirûpak olmadığı biliniyor..(Bu konu üzerine ayrı bir makalede duracağım)
Davut’un „Erzincan Hükümeti“ adlı makalesini okuduğum zaman yararlanan yazılı kaynaklar ciddi bir şekilde dikkatimi çekti.
Bu kaynaklar:
„Ben makalemi şu kaynaklara dayanarak yazdım.
1- Belgelerle türk tarih mecmuasi
2- Kazım karabekir, anılar
3- Erzincan valisi Ali Kemali, Erzincan tarihi
4- Erivan doğu bilimleri akademisi üyesi .,Astranyan….
5- Erivanda 1986 yılına kadar çıktığı söylenen Dersim adlı derginin konuyla ilgili bir makalesi“
İlk üç kaynağın sahipleri biliniyor. Üçüde Kürd düşmanı. Kürdlerin ulusal hareketini karalamak ve Kürdlerin millet olarak varlığını inkar eden çevreler… Ali Kemali ve Kazım Karabekir gibi..
Dörtüncü kaynak ise „Erivan doğu bilimleri akademisi üyesi .,Astranyan…“.dır. Yani Prof. Dr. Garnik ASATRİAN….
Bu adamda Kürd düşmanıdır. Asatrian’ın Kazım Karabekir ve Ali Kemali ile Ermeni oluşu dışında hiç bir farkı yok. O Türkiye’de yaşasaydı bugün MHP ve benzeri çevrelerle hareket edecek bir perspektife sahip.
Bir kere Asatrian yüzlerce yıl boyunca Ermeni tarihçileri tarafından „Kürdler Medlerin(Marlar) torunlarıdır“ tezini reddediyor. Kardoxilerin Kürdlerin atası olmadığını ileri sürüyor. Zaza ve Êzidilerin Kürd olmadığını savunuyor. Kuzey Kürdistan’da Kürd olarak bilinenlerin Ermeni etnisine mensup olup Kürdleştiğini ileri sürüyor. Kürdlerin ise „XVI. yüzyılın ilk yarısı, Kürtlerin kütle halinde Hayasdan’da yayılmaya başlamalarının tarihidir“ diyor. Bu söylemini ise Kürdler konusunda hiç bir araştırması olmayan N.Adonz’a dayandırıyor. ( daha detaylı bilgi için Asatrian’ın „Ermeni Siyasal Düşünce Sayfalarından“ adlı makalesini okuyunuz)
Asatrian’ın Kürdlere karşı olan düşmanlığı ve kini bir dizi tarihsel gerçekleride altüst ediyor. 9. Yüzyılda kurulan Merwani Kürd Devleti ve bugün yaşadığı Erivan ve çevresini de kapsayan 9.yüzyıldan 12.yüzyıla kadar varlığını sürdüren Şeddadi Kürd Devleti gibi tarihsel gerçekleri dahi göremiyor.(Şeddadi devleti üzerine yaptığım araştırmayı okuyabilirsiniz. Newroz.Com’un arşivinde var)
Ayrıca Asatrian açık bir şekilde Kürdlere karşı Türk devletini destekleyen bir insandır.
Bu konuda sözü kendisine bırakalım: „Fakat bugün Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve bu ülkenin istikrarı Ermenistan’ın çıkarınadır. Öteki tüm durumlarda Türkiye’nin parçalanması ve batımızda bir Kürt devletinin kurulması Ermenistan’ın ulusal güvenliği için ciddi bir tehlike olacaktır………………………….. Şu an komşuluğumuzda önemli bir devlet geleneğine sahip ve dünya ile uygarca temaslara dayalı ilişki kurmaya çalışan Türkiye bulunmaktadır. Türkiye’nin parçalanması durumundaysa sınırlarımızda aşırı saldırgan ve nasıl davranacağı kesinlikle önceden kestirilemeyen etnik bir afetin bileşiminden oluşan bir devlet peyda olacaktır. Milli ideolojimizin bir unsuru olan Batı Ermenistan’ı kaybettiğimizde, kutsal değerlerimiz olan Ararat, Aktamar, Mıher Kapıları, Haçkarlar, Urartu kitabeleri de kaçınılmaz olarak bu yeni devletin sembolleri olacaktır. „
Asatrian‘ın bilim, vicdan ve gerçeklik diye bir sorunu yok. Onun tek kaygısı „Ermenistan Ulusal Güvenliği“dir. Zaten Karabekir ve Kemali’nin de ortak kaygıları „Türk Ulusal Güvenliği“idi. Aslında o dönemde Kürdler bu iki kardeş zihniyet arasında kalmışlardı.(Bu meseleyi sonra açacağım)
Daha fazla uzatmadan Ali Kemali, Kazım Karabekir ve Asatrian gibi Kürd düşmanlarının yazılarında „Erzincan Hükümeti“ ve Kürdlere ilişkin oluşturdukları bataklıktan altın bulma gibi zor bir olay ile karşı karşıyayız. Davut’da bu bataklığın bilincinden olduğundan dolayı bazı aşırı yorumlara gitmek zorunda kalmış.
Dünyanın en ünlü tarihçilerinden Arnold Toynbee haklı olarak , “bir millet için en büyük felaket, tarihinin düşmanları tarafından yazılmasıdır” diyor.
Arnold Toynbee’nin bu tespiti belki de en çok Kürdler için geçerlidir.
Davut’un makalesinde kullandığı iki gurup kaynak ise Amerika’dan gelen Kürdler(Xoybun bazında o Kürdlere ilişkin bir hayli kafa yormuştum) ve Dersim yaşlıların anlatımlarıdır. Bu kesimin anlatımlarını önemsiyorum. Fakat ne yazık ki, o süreci yaşıyan fazla insanımız da yok.. Geçmişte o süreçleri farklı şekillerde yaşıyan bir dizi insanın bilgilerine başvurabilir ve anlatımlarını arşivleyebilirdik. Fakat, ideolojik nedenlerden ve tarihsel ulusal bilinç yokluğundan dolayı bir dizi canlı ve ayaklı kutuphanelerimizden yararlanmadık.
Kaynaklar hakkında bir kısa değerlendirmeden sonra Davut’un makalesine gelmek istiyorum.
„Erzincan Hükümeti“ denilen olay işgal idaresi mi yoksa Ermeniler ve Kürdlerin özgür iradeleriyle oluşturdukları şûra mı?
“Erzincan Hükümetine” ilişkin kafamı kurcalayan soruları sormadan önce bazı hususlara dikkat çekmek istiyorum.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Kürdler sadece Osmanlı devletinin saflarında savaşmadılar. Kürdlerin bir kesimi de Rus ordusunun saflarında savaştılar.. Êzidi Kürdlerden Cihangir Ağa’nın önderliğindeki birlikler dışında Kürd siyaset dünyasının tanınan iki önemli şahsiyetlerinden Abdulrezak Bedirxan(Abdulrezak üzerine olan çalışmamı Newroz.Com arşivinde bulabilirsiniz) ve Kamil Bedirxan Rus ordusunun saflarında Osmanlı devletine karşı savaşa katıldılar.
Sözünü ettiğim Bedirxaniler farklı dönemlerde Kürdistan’ı özgürleştirmek için Çarlık Rusyasından destek alacakları umuduyla savaşa katıldılar.
Abdulrezak ve Kamil Bedirxan’ın savaş sırasındaki konumları, Rus yetkilileriyle yaptıkları görüşmeler ve talepleri büyük oranda belgelidir. Çarlık Rusyası Bedirxanilere Kürdistan’ın geleceği hakkında söz vermiyor. Kaçamaklı ve her tarafa çekilebilen bazı şeyler söyleniyor.. Buna rağmen Kürdistan’ın özgürleştirecekleri umuduyla ilk önce Abdulrezak daha sonra Kamil Kuzey Kürdistan’da ciddi faaliyetler içine giriyorlar. Bedirxaniler Kuzey Kürdistanlı biri dizi ileri gelenlerine mektuplar yazarak yada doğrudan ilişkiye geçerek Rusya’nın saflarına çekmeye çalıştılar.
Fakat, onlar bu amaçlarından başarılı olamadılar. Kuzey Kürd ileri gelenleri bırakın Bedirxanilerin çağrılarına olumlu cevap vermeye, hakaretlerle cevap verenler de az değildi.(Kör Hüseyin Paşa örneği gibi)
Rusya, Kürdleri tarih boyunca İran ve Osmanlılarla yaptığı savaşlarda çok yakından tanımıştı. Kürdler gibi savaşkan bir halkı karşısına almak istemiyordu. Bunun için Bedirxaniler aracılığıyla Kürdleri en azından nötral bir pozisyona sokmak istiyordu. Rusya’nın amacı bizim bugün Kuzey Kürdistan dediğimiz topraklarda kendisine bağlı bir Ermenistan oluşturmaktı.. Bu mesele bir dizi uluslararası toplantı ve konferanslarda gündeme gelmiş ve Kürdler arasında da büyük kaygı ve huzursuzluklara neden olmuştu.
Birinci Dünya savaşı başladığı zaman Ermeniler çok yaygın bir şekilde Rus ordusu saflarında savaşa katıldılar.. Ermeni Birlikleri Rusya saflarında Doğu, Güney ve Kuzey Kürdistan’ın tüm cephelerinde aktif bir şekilde savaşa katıldılar.(bu konuda daha detaylı bilgilere ulaşmak için kendiside Ermeni asılı olan General G. Korganoff’un la Participation des Armeniens a la Guerre Mondiale sur le Front du Caucase, 1927, Paris, adlı eserine bakınız)
Rusya saflarında savaşa giren Ermeniler ciddi bir ulusal bilince sahip olan Taşnak ve Hinçak gibi siyasal partiler tarafından yönlendiriliyordu.
Savaş sırasında bugün Kürdlerin yaşadığı topraklara ilişkin iki proje vardı…Biri Türklerin “Büyük Turan Ülkesi” ve diğeri ise Ermenilerin “Büyük Ermenistan” projesiydi. İki projede de Kürdlere yer yoktu. Ermeni Birliklerinin Kafkasya’da Mahabad, Revandiz, Erzurum, Bitlis ve Van gibi alanlarda Kürdlere karşı yaklaşımları Kürdleri tümden Osmanlı devletinin saflarına zorladı.. Çünkü, Ermeni birlikleri Osmanlı devletine karşı savaşma yerine Kürdlere yönelik etnik temizlik yapıyordu. Rus ve Ermeni birliklerinin elinden kurtulan Kürdleri’de Türkler kar da ve kışta ölüm yolculuğuna çıkarıyordu. O dönemler Osmanlı Ordusunda subay olan değerli Kürd siyaset adamı Mustafa Paşa Yamulki’nin oğlu Aziz Yamulki o dönem için 700.000 Kürd’ün ölümünden sözediyor. Abartılmış olsa daha incelemeye değer buluyorum.
Savaş esnasında Kürd ve Ermeni ilişkilerini daha iyi kavramak için Aris Arda araşadaşın Newroz.Com’da yayınladığı Rus ve Sovyet Arşivlerinde Kürdler adlı yazı serisinde Kamil Bedirxan’ın ve Prens Şachovski’nin raporlarını okumak gerekir. Hamidiye Alaylarının bazı komutanları Rusların saflarına geçiyor. Fakat, Ermenilerin kendilerine karşı yaklaşımlarından dolayı pişman oluyorlar. Abdulrezak Bedirxan’ın Van’ın çevresinde 3 Kürd köyünün sakinleri geri getirme girişimi ve Ermenilerin tavrını görürseniz gelişmelerin vardığı boyutu anlarsınız.
Savaş esnasında ele düşen ve teslim olan Kürdler sistematik bir şekilde öldürülüyor. Bundan dolayı tüm cephelerde Kürdler teslim olmuyor ve ölesiye savaşıyorlar. Bu realiteyi Şachovski raporunda göreceksiniz. Bundan dolayı Prens Şachovski Rus Çarı’na Ermenileri cepheden geri çekin önerisinden bulunuyor.
Enteresan bir olaydır ki Prens Şachovski, yıllar boyunca Çarlık Rusyasının Kürd danışmanıydı. Daha sonra Kürdler konusunda Bolşeviklere danışmanlık yaptı. Şachovski’nin hazırladığı raporlarda sadece değişen şey, eskide “ekselans”larla başlayan raporlar, bu sefer “Yoldaş” diye değişmeye başladı.
Aslında Çarlık Rusyasıyla Bolşevik Rusya’nın Kürd politikalarından yapılan değişiklik Şachovski’nin “ekselans” ve “yoldaş” değişikliğidir. Bolşeviklerde bağımsız Kürdistan’a, federal Kürdistan’a ve hatta kimin denetinde olursa olsun otonom Kürdistan’a karşıdır. Bu söylediklerim Sovyetler Birliği’nin resmi belgelerinde söyleniyor. Ben sadece toparlamaya çalıştım.(merak eden Aris Arda’nın yukarıda sözünü ettiğim çeviri serisine baksın)
Çarlık ve Bolşevik Rusya’sının Kürd politikasını gündeme getirmemin nedeni Davut arkadaşın makalesinde sözünü ettiği “Erzincan Hükümeti” tamda Rusyadaki iktidar değişikliğinden sonra gündeme gelmesindedir.
Bilindiği gibi Rus Orduları Osmanlı ordularını yenilgiye uğratarak Temmuz 1916 yılında Erzincan’ı işgal ediyor. Erzincan’ı işgal eden Rus birliklerinin komutanı bir bildiri yayınlayarak “karma ve gecici bir hükümet kurulduğunu, Osmanlılar zamanına ait davaların dinlenemeyeceği, günlük olayların her kavmin kanununa göre çözüleceği………………” şeklinde bir “işgal idaresini” öngörüyor.
Rusların Erzincan işgalı 1917 Ekim devrimine kadar sürüyor. Ekim devriminden sonra Bolşevikler Çarlık Rusyasının yaptığı gizli antlaşmaları kamuoyuna açıkladılar.
Ayrıca Bolşevikler 21 kasım 1917 tarihinde Müttefik Elçilerine verdiği notalarla bütün cephelerde mütareke yapılması teklifinde bulundu.
Osmanlılarla “Sovyet” güçleri arasında 18 Aralık 1917 tarihinde Erzincan’da 14 maddeyi kapsayan “Erzincan Mütarekesi” imzalandı.
Mütareke görüşmelerine Türk delegesi olarak, III.
Ordu Kurmay Albay Omer Lütfi’nin başkanlığı altında, 1. Harekat Şubesi
Müdürü Binbaşı Hüsrev Bey ve III. Ordu tercümanı Yüzbaşı Yakup
Bey katılmışlardl. Rus heyeti ise asker ve sivil temsilcilerden karışık
bir grup olup, Rus devriminin karakterini taşımaktaydı. Heyetin Başkanlığına,
Rus Kafkas ordusu Kurmay Başkanı General Vişinski getirilmiş beraberinde;
156. Rus Alay Kumandanı Albay Petzenger, Rus Köylü Cemiyeti
üyesinden Ermeni Arşak Cemalyan, Rus Ordusu Kumandanı Yaver.
Yüzbaşı Vedrinski, Rus asker Cemiyeti üyelerinden iki asker, Rus Amele
Cemiyeti üyesinden Gürcü Victor Tedzaya, ordu karargahında foto memuru Albay Esadze görevlendirilmişlerdi..(Dr. Nurcan Yavuz, Erzincan Mütarekesinin Türk Tarihindeki yeri ve önemi, sayfa 217)
Mütareke öncesi savaşan güçler arasında bir dizi görüşmeler yapılıyor. Osmanlı ve Rus devletleri de mütareke şartlarını hazırlamak için Vehip Paşa ile General Perjevaleski’yi görevlendirmişlerdi. Tabi ki perdenin arasında ise Rus ve Osmanlı devletlerinin yetkilileri barış antlaşmasına kadar yapılacak ateşkesin koşullarını detaylara kadar oluşturmaya çalışıyorlardı. Rusya General Vişinski’yi Mütareke görüşmeleri için başkan seçip göndermişti.
General Vişinevski’ye ise, Zakafkasya Komiserliği
10 Aralık 19l7’de Mütareke şartları hakkında talimat vermiş ve
bu talimat dairesinde, Mütarekenin hazırlanmasını istemişti. Talimat’ın altında General Lebedinski
Genelkurmay Albay Şatilof
Genelkurmay Yüzbaşı Dolgof’un imzaları var.
13 maddeden oluşan bu talimatın Kürdleri doğrudan ilgilendiren 12. Ve 13. Maddelerini aktarıyorum.
„12- Görüşmelerin yapılması ve mütarekenin imzalanması esnasında,
Kürt çeteleri tarafından tehlike yaratılabilir. Onlar savaştan önce yaşadıkları
topraklara gitmek isteyeceklerdir. Bunun için hıristiyan halka kötülük
, yapabilirler.
13- Buna göre de bu hareketlerinin önüne geçmek için, Kürtler hususunda
ayn bir madde düzenlenmeli ve talep edilmelidir ki, Türk kumandanlığı
Kürtleri mütareke şartlarına tabi tutmak için bütün tedbirleri alsın.
Tedbirler alınmadığı ve Kürt hareketleri başladığı anda bizim birlikler,
onların hiçbir hakimiyet tanımadan haydut sayacak ve uygun şekilde davranacaklardır„(N. Yavuz, age sayfa 214)
Yukarıda aktardığım talimatı Davut yoldaşın şu tespiti ile birlikte okunması yararlı olacaktır:
“1.Kızıl ordu, Lenin ve Sovyet hükümetinin direktifleri doğrultusunda 24 kasım 1917 de Osmanlı hükümeti ile bir barış antlaşması imzaladı. Antlaşma hükümlerine göre, kızıl ordu işgal bölgesinde üç ay içinde çekilecek ancak çekildiği bölgelerde yönetimi yerel halkın seçimle oluşturacağı konseylere devredecek, Osmanlı hükümetinin de halkın yönetimine saygı duyacağını ve tanıyacağını, Osmanlı idaresi ve ordusunun herhangi bir şekilde bu yönetimlere müdahale edemeyeceğini, herhangi bir karışıklık durumunda sovyet ve osmanlı hükümetlerinin ortak kararları ile ve bölgede oluşan hükümetin talebi doğrultusunda hareket edileceği, ve benzeri hükümler yer almıştı.”
Rusya’dan gelen talimatlar pek de Davut Hoca’nın söylediği temelde gelmiyor. Davut 24 Kasım 1917’de Rusya ile Osmanlılar arasında bir barış antlaşmasından sözediyor. Böyle bir antlaşma yok. Yazının içeriğinde “Barış Antlaşması” denilen olayın “Erzincan Mütakeresi” olduğu anlaşılıyor. Mütareke barış değil, ateşkes anlamına geliyor.
Ruslar, 12.maddede görüldüğü gibi, sürülen, yerlerini ve yurtlarını terkeden yüzbinlerce Kürd’ün Erzurum, Kars, Van, Muş, Bitlis vb şehirlere geri dönmelerini dahi istemiyor.
Tüm okuyuculardan özür dileyerek Erzincan Mütarekesinin 14 maddesini de yayınlıyorum.
“Madde 1- Bu mukavelename hükümleri, 18 Aralık 1917 öğlen saat
1.00’den itibaren kesin sulh ün imzalanmasına kadar her iki taraf için geçerli olacaktır. Taraflardan’biri bu mütarekeyi feshetmek lüzumu görürse,
harbe tekrar başlamaden ondört gün önce durumdan. karşı tarafı haberdar
etmeye mecburdur.
Madde 2- Bu mukavelenin hükümleri geçerli olduğu andan itibaren,
her iki taraf bütün Osmanlı-Kafkas cephesinde harp hareketlerini durduracaktır.
Her iki taraf değil yalnız karşı taraf birliği üzerinde hatta kendi
hattı faslının on verst gerisinden geçen hat ile sınırlanan bölge dahilinde bile hiçbir hava harekatı yapılmayacaktır.
Madde 3- Hatt-ı fasıllar bu mukavelenameye bağlı bir ilavede tamamen gösterilmiş bir krokide de işaret edilmiştir. Müstakil 7. Kafkas Kolordusu
ile, 1. Kafkas. Müstakil Süvari Kolordusu bölgesinde ve Kafkas
Osmanlı Ordusu cephesindeki hattı fasıllar bu kolordular ile Osmanlı
askeri kuvvetleri arasında tarafların katılması ile oluşturulacak komisyonlar
muvafakatle tespit edilecektir.
Madde 4- Bu mukavelenamenin imzalanmasından itibaren, her iki
taraf askeri harekatta bulunmayacak, birlikler değiştirilmeyecek, tabii durumlar
hariç askeri nakliyat yapılmayacaktı. Bu maddeye aykın harekatta
bulunanlar harb harekatlarını tekrar başlatma alameti olarak sınıflandırılacaklardı.
Yalnızca 15 Aralık akşam saat 6.oo’dan sonra verilen emirler yerine
getirilecek ve bu saatten sonra bu maksatla verilen emirler geri alınacaktır.
Madde 5- Her iki taraf için tespit edilen hatt-ı fasıllar dahilinde, her
iki taraf birlik değiştirme veya iskan yapma hususlarında serbest hareketlerini
koruyacaklar. Şu şartla ki; cephenin fırka mıntıkaları mütareke
imza zamanında kuvvetlerini çoğaltmasınlar.
Madde 6- Bu mukavele hükmünü koruduğu müddetçe taraflardan
hiçbiri, gelecekte saldrıın için hiçbir hazırlıkta bulunmayacaklarına söz verirler.
Ancak mevcut inşaat-ı ahkamiyenin geçmiş halinin korunması için
çalışması uygundur. Tüfenk ve makineli tüfenk atış talimleri asıl hattın
beş verst gerisinde ve top atış talimleri, hattın onbeş verst gerisinde yapılacaktır.
Bu atış talimlerinden her iki taraf, önceden birbirlerini haberdar
edecektir.
Madde 7- imzalayan taraflardan hiçbiri, sınırın ilerisine emniyet ve
keşif bölükleri göndermeyeceklerdir.
Madde 8- Bu mukavelenin hükümleri geçerli olduğu müddetçe tarafların
hattı fasılları ile sınırlanan tarafsız bölgeye gerek askeri ve gerek
yerli halkın geçişi men ‚edilecektir. Tarafsız bölgeye gelen asker ve asker
çağında bütün erkekler harp esiri sayılacaktır. Ancak müracaat ettikleri
için, yine aynı sebeple tarafsız bölgeye geçmelerine tarafların izin vermesiyle
müsaade edilecektir. .
Madde 9- Mukavelenamenin hükümleri uygulanırken, meydana gelebilecek
herhangi bir kötü durum, iki tarafın görevlendireceği delegeler
tarafından halledilecektir. Her bir olayın halli için herşeyden önce, usul
gereği birleşecek görüşme memurları vasıtasıyla tarafların delegelerinin
toplanacakları zaman ve mekan kararlaştınlacaktır. Ordular karargahları
arasında haberleşme gereği duyulursa görüşme memurları Refahiye Erzincan
yolu üzerine gönderileceklerdir.
Madde 10- Tarafsız bölge dahilinde süküneti bozacak olayın cinayet
ve ihtilal hadiseleri, tarafların uygun görmesiyle ve tayin edilecek delegeler
tarafından halledilecektir. Tarafların suçluları talep halinde derhal geri
verilecektir.
Madde 11- Osmanlı komando heyeti, Kürtleri bu mukavelename hükümlerine
harfiyyen uymaya mecbur etmek için çalışmaya söz verir,
Kürtler tarafından Rus hattı faslının üst tarafındaki toprak dahilinde fiili
tecavüz hareketi yapılırsa, Rus askerleri Rus Hatt-ı faslını geçmemek
üzere, bunları hiçbir hükümet emri tanımayan eşkiya gibi farz ederek gerekli muameleyi yapacaklardır.
Madde 12- Mütareke imzalayan taraflardan biri, bu mukavelenamenin
herhangi bir maddesini değiştirme veya yeniden ilave hususunda
teklif hakkına sahiptir. Rus Cumhuriyetinin Avrupa cephesinde
merkezi devletler ile imzalayacağı genel mütarekenin bütün maddeleri
Kafkas cephesi için de geçerli olacaktır.
Madde 13- Karadenizde tarafların savaş filoları arasında müweke
imzalanmaktadır. Mütarekenin denizlere ait maddelerinin diğer ayrıntıları
filoların toplanacak olan özel komisyonları tarafından düzenlenecektir.
Tarafların deniz, kara ve hava kuvvetleri karşı taraf sahillerine on verstten
daha yakın hareket etmesi ve her ne şekilde olursu olsun taarruzda bulunması
yasaktır.
Madde 14- Bu Mukavelename Türkçe ve
Rusça ikişer nüsha hazırlanarak
tarafların delegeleri tarafından imzalanıp, imza eden tarafların delegelerine
birer nüsha verilmiştir“
Yani kısacası Rusya bu mütarekeyi imzalarken halklara özgürlük, kardeşlik ve eşitlik için yapmadı. Zaten mütarekenin amacı da bu değildi. Mütarekenin amacı var olan savaşı durdurmak barış görüşmelerinin önünü açmaktı.
Eğer bu mütakere ve çizdiği sınırlar barış antlaşmasına çevrilmiş olsaydı, Kürdler yaşadıkları felaket ve trajedilere bir başkasını daha eklerlerdi.
Bolşevikler Kürdlere karşı daha önceki talimatlarını „Erzurum Mütarekesinin“ 11.Maddesi olarak yerleştirdiler.
Davut Hoca makalesinde Enver Paşa’nın bu antlaşmaya karşı çıktığını söylüyor.. Bu konuda haklı. Enver’ın bazı itirazlar var. Bunlardan biri de „Kürdlere karşı niye Ermeni maddesini eklemediniz“ diye itiraz ediyor. Fakat, iş işten geçmiştir.
“Erzincan Mütarekesi” ile Osmanlı ve Rus devletleri arasındaki sınır hattı tespit edilmiş ve bir dizi yanıyla protokollere bağlanmıştı. Barış Antlaşmasına kadar Mütareke ile tespit edilen bu sınırların tespiti konusunda detaylara ilişkin detaylı bilgiler var. Bu makaleyi daha fazla detaylara boğmamak için N. Yavuz’un çeşitli kaynaklara dayandırdığı sınırlar hakkında kısa bir bilgiyi aktarmak istiyorum. Bu bilgi okuyucunun söz konusu iki devlet arasındaki sınırlar hakkında küçük bir resme sahip olması açısından gereklidir.
Sınırlar şöyle bir hat izliyor:
“Mütareke ile her iki taraf kuvvetleri arasında tarafsız bir saha bırakılmak üzere sınır çizgisi tespit edilmişti. Buna göre; Deniz kuvvetleri sahile altı milden fazla
yanaşmayacak, Karadeniz kıyısından başlıyarak Munzur Dağına kadar her iki taraf siperleri mütareke hattını oluşturacaktı.. Munzur Dağından sonra Türk hattı; Mercan
Dağları, Karacakale, Zağki, Erik Dağı,Sağnis-Oğnut, Şerafettin Dağları, Buğlan Gediği, Soluk Köprüsü, Murat Nehri Uzerinde Kertakom-Azakpur-Mişagsin-Bitlis
kuzeyindeki 5. Tümen siperleri- Van Gölü güneyi Erik Dere-Munzur Dağından sonra
Rus hattı; Kırahdah Dağı Akbaba-Kösmer dağı, Şeytan dağları-Çoriş Dağı-
Bahçe-Izrak-Muhacirköy-Belicen (Dokument i Materiali po Vneşney …, Belge No:
44, s. 68; Kazemzadeh- The Struggle for Transcaucasia, s. 82). ( N. Yavuz, age, s 230)
“Erzincan Mütarekesi” öncesi, esnasında ve özellikle sonrasında Rusya’da ve Kafkasya’da ciddi iktidar savaşları başlamış, Rus Ordusu saflarında tam bir kaos ortamı oluşmuştu… Bolşevikler Rusya’da Pandora kutusunu açmışlardı bir kere….. Çarlık Rusyasının denetiminde olan halklar ve özellikle Kafkas halkları kendi yol haritalarını çizmek için pratik adımlar içine girmişti.. İktidar kavgası ve esas hesaplaşma savaş öncesi sınırların içinde oluyordu.( daha sonra bu noktaya döneceğim)
Yeniden Erzincan’a ve Davut Hoca’nın makalesine dönmek istiyorum.
General G. Korganoff’un anlatımlarına bakılırsa “ 30 Ocak 1917’de Erzincan bölgesi yalnızca Ermeni nizami ve gayri nizami güçleri tarafından müdafaa olunuyordu. Yalnızca kendi güçlerine dayanmak zorundaydılar.”
(General G. Korganoff, Participation des Armeniens a la Guerre Mondiale sur le Front du Caucase, 1927, Paris, sayfa 89)
General G. Korganoff’un “ Gönülü Ermenilerin oluşturduğu 3 batalyondan oluşan bir piyade alayı Rus ordusu ile geri çekilmeyi reddetti” diye yazıyor.(Korganoff, age, sayfa 87) General Korganoff sözünü ettiğim eserinde Ermeni Alayı’nın sahip olduğu askeri araçlarının bir dökümünü de yapıyor.
Türklerin iddialarına göre Bolşevikler bilinçli olarak “ Rus Birliklerinin yerine Ermeni birliklerini bıraktılar”.
Erzincan Mütarekesinin imzalandığı 18 Aralık(görüşmeler 15 Aralık’ta başlıyor) ile Ermeni Alayının Erzincan’ı terk etmeye zorlandığı 13 Şubat 1918 tarihi arasında yaklaşık olarak 2 ay gibi bir bir zaman dilimi var. “Ovacık Şûrasını” bir kenara bırakırsak Davut arkadaşın sözünü ettiği Erzincan merkezli Şûra bir ay ve yirmi beş gün yaşaması gerekir.
Davut Hoca Şûra’nın oluşum sürecini şöyle açıklıyor:
“Mütarekeden hemen sonra, 1.Kızıl ordu komutanı Arsak Cemalyan, Kürt,Türk ve Ermeni ileri gelenleri ile bir toplantı yaptı.bu toplantiya Ermeniler adina Muradov,kürtler adina Aliser ve Alisan beyler, türkler adina istanbuldan gönderilen erzincan müftüsü katildilar. Bölgede nüfus sayımı na göre halk temsilcileri sayısı belirlendi ve en kısa zaman içinde Erzincan, Bayburt, Dersim bölgelerini kapsıyacak 25 (ermeni kaynaklari 75 temsilci oldugunu söyler)halk temsilcisinin hemen belirlemesi çalışmalarına başlandı. Kızıl ordunun desteği ile çevre bölgelere propaganda birlikleri seferber edildi. Birinci kızıl ordu parti ve askeri komitesi Türk, Kürt ve Ermeni halkına ve emekçılerine çağrısı adı altında ki bildiri bölgede büyük bir heyecan uyandırdı. Halk büyük bir heyecanla olanbitenleri anlamaya, istanbul hükümetini tanımamayı ve kendi hükümetini kurmaya başladı. Çarlık ordusu korkusuyla kaçanlar yerlerine döndünler. Doğu ve Batı Dersim adına toplantıya Katılan Alişan ve aliser beyler, Bir araba ve 16 Atlı ile Dersime gitti ve Dersim ileri gelenleri ile bir toplantılar yaptı. Bu toplantılarda Dersimlilerin Şuura hükümetine aktif şekilde katılması kararlaştırıldı ve yapılan seçimlerle Hozat, Polemor, kızılkilise Mazgert ve Plurdan halk temsilcileri seçildi. Bu temsilcilerden ismi bilinenler, Use Seydali, Ağaye Piremed, Memo Loliz,, Ali, ve Çeko dur..Batı Dersimdende Alişan Bey iki Delege ile gelir. Dersim delegeleri 8 bin kişilik bir askeri güçle Erzincan‘a gelirler. Dersim Delegeleri Erzincan‘a gelirken, Soveyt ordusu ve Ermeniler askeri törenle karşılar. Erizincan‘da bulunan 5 Türk delegesi karşılama törenlerine katılmıyorlar. Ermeni temsilciler heyeti başkanı Muradof Paşa, törende bir konuşma yapar. Muradof Paşa, Ekim devriminin dünyadaki ve bölgedeki etkilerini anlattıktan sonra Türkler Kürtler ve Ermeniler kardeştir. Bizi birbirimize kırdıranlar emperyalistler ve onların yerli işbirlikçileridir. Biz çektiğimiz acıları unutuyoruz ve barış elimizi uzatıyoruz. Bütün Kürt, Ermeni ve Türk rençberleri ve amaleleri birleşerek kendi şuuramızı kuralım. Bizim Sultanlara ihtiyacımız yoktur. Rus amalesi zalim Çarı devirerek kendi hükümetlerini kurdular, bizde birleşerek kendi hükümetimizi kuralım. Lenin ve Ordusu bizi destekliyor.dedi.“
Hoca’nın makalesinden yaptığım alıntı uzun oldu, ama sözünü ettiği oluşumun yapılanması ve katılımı hakkında bir hayli bilgi veriyor.
Bu bilgiler temel alındığında Kürdlerle Ermenilerin ortak bir Şûra konusunda antlaşmaya varıldığı görülüyor.
Türk resmi tarihçileride Kürdlerin Erzincan’a yaptığı bu ziyareti gündeme getiriyorlar.
Örneğin Ali Kemali Erzincan üzerine yazdığı eserinde bu gelişi şöyle açıklıyor:
„O sıralarda Seyyit Ali Ağa’nın oğlu Hüseyin(İlk Millet meclisinde mebus olarak girmiştir) Pir Ahmed’in oğlu ve Ağa Bey ve daha iki kişiden oluşan bir Kürt heyeti Erzincan’a geldi. Bunlar Ermeni komitesi tarafından davet edilmişlerdi. Bir gece komite nezdinde konuk olduktan sonra ertesi gün belediye de yapılan toplantıda hazır bulundular. Halk heyecan içindeydi. Ne olacağını, ne yapılacağını soran gözlerde , derin bir endişe okunuyordu. Kürtlerden Ağa Bey: ‘Ateşkes koşullarına gore Erzincan cephesinin korunmasının Ermenilere ait olduğunu ve Fırat’ın öte ‘geçe’sinin Kürtler, bu ‘geçe’sinin de Ermeniler tarafından savunulacağını, kasabaya göçmüş olanların köylerine gitmelerini ve tarlalarını hazırlamalarını, bunun içinde Hüseyin Bey’in konağında oturan ‘Ermeni Kurbuz’undan belge almaları gerektiğini söylemiş, sözde ortalığı yatıştırmak istemişlerdi” diye yazıyor.(Ali Kemali, Erzincan……… Kaynak Yayınları, İstanbul, sayfa 103)
Ali Kemali yazısının devamında Kürdlerin daha sonra “davulcu yada zurnacı İbiş’in evine” gittiklerini, “halk büyük bir kalabalıkla onları izliyor ve kendilerinden kurtuluş dileniyordu” diyor.
Daha sonra İbiş’in evinden yeniden belediyeye dönüyorlar. Ali Kemali’nin anlatımlarına gore “halk akın akın arkalarından koşuyordu” diyor. Yine onun anlatımlarına gore başka Kürdlerde belediyeye gelmişti. Bunlardan “ Lolanlı Mamo, Mamo’nun dayısı Ali Ağa, Yusuf’un oğlu Kako ve başkaları” diyor.
Ali Kemali’ye gore Kürdlerin bu son grubu da “Ermeni Paşalarının davetiyle gelmişti“..
Fakat ilginç olan durum yazar Kürdlerin Ermeni komitesinin daveti sonucu geldiğini yazmasına rağmen, hemen ardından Ermenilerin Kürdlerin Erzincan’a gelmesi karşısında paniğe kapıldıklarını yazıyor. Ermeni komitesi Mehmet Emin Efendi’yi, komiteye çağırıyor “sorular sordular, Kürd ağalarının Erzincan’a gelme nedenini sorarak, ertesi güne kadar güvenliği bozan bir harekette bulunmayacakları konusunda güvence istediler. Onlardan başka Kürt gelecek mi diye sordular” vs. vs..”(Ali Kemali, age, sayfa 104)
Ali Kemali’nin verdiği bilgilere gore “Ermeni Komitesi” daha sonra Belediye Başkanı Osman Osman Nuri’yi ve Belediye Meclis üyesi Haci Hatipzade Yusuf’u çağırarak Kürdlerin gelişleri hakkında sorular soruyor. Onlarda bir malumatları olmadığını deklere ediyorlar.
Nuri Dersimi’de Ermenilerle Kürdler arasında yapılan bu görüşmelerden söz ediyor.
Nuri Dersimi şöyle yazıyor: “ Kumandan Lahof 1918 yılı ocak ayında Erzincan’ı terketmiş olduğundan, orada kalan Ermeni kumandanlarından Murat Paşa Dersimlerle kuvvetli bir ittifak yapmak istemişti. Bu hususta Alişêr Efendiyle yapılan görüşmelerde bazı önemli şartlar üzerinde uyuşulamamış ve Murat Paşa’nın teşebbüsü akim(sonuçsuz) kalmıştı.
Alişêr Efendinin beyanatına göre Murat Paşa yalnız Büyük Ermenistan amalini takip eden bir proje teklif etmiş ve Kürdistan muhtariyet ve istiklalı hakkında ittifaka girmekten çekinmiş olduğundan, kendisiyle uyuşmak mümkün olmamış ve bu sebeple meyusen Batı Dersim’e çekilmeye mecbur kalmıştır.” diyor.
Davut’ta makalesinde Alişêr ve Alişan Beylerin Kürd temsilcileri olarak Murat ile görüştüklerini ve daha sonra “Bir araba ve 16 Atlı ile Dersime gitti ve Dersim ileri gelenleri ile bir toplantılar yaptı. Bu toplantılarda Dersimlilerin Şuura hükümetine aktif şekilde katılması kararlaştırıldı” diyor.
Nuri Dersimi’nin Alişêr’e dayandırdığı teze göre taraflar “Kürdistan ve Ermenistan meselesinde” anlaşamamışlar..
Nuri Dersimi’ye göre Murat Paşa Batı Dersimlilerle anlaşmayınca bu sefer Doğu Dersimlilerle anlaşmaya çalıştı.
Sözü N. Dersimi’ye bırakalım: “Murat Paşa Doğu Dersim aşiretleri reisleriyle dahi ayrıca anlaşmaya teşebbüs etmiş ve Keçelan aşiret reislerinden kayın biraderim Ağa beyi, Abbasan kabilesi reisi Seit Ali ağa oğlu Hüseini, Lolan aşireti reislerinden Mehmet, Ali ve Yusuf oğlu Keko ağayı Kürdlerin mümesili sıfatıyla Erzincan’a davet ederek, Desimliler adına istişarelere başlanmıştı. Murat Paşa bütün harp malzeme ve muhimmatının ermeni komitesi tarafından temin edilmesi şartıyla Dersim’den kendi kumandası altında muhim savaş kuvvetleri teşkilatlandırılmasını ve derhal müşterek bir Ermenistan-Kürdistan istiklali ilan ederek, devletin idaresinin kendi nufuzu altında bulunmasını ve bunlara benzer başka ağır şartlar ileri sürdüğü için , bu Kürt heyetiyle de uyuşmak mümkün olmamış ve Kürt heyeti Erzincan’ı terk ederek Dersim’e dönmüştür” diye yazıyor.(Nuri. Dersimi, age, sayfa 114-115)
Kürdlerin Erzincan’a gitmesi ve Ermenilerle görüşmesi tarihsel bir hakikattır. Fakat, bu toplantılarda Kürdlerle Ermeniler “bir Şûra” yada “ortak bir hükümet” meselesi konusunda anlaştılarmı? Eğer bir hükümet kurulmuşsa ismi neydi? Kürdlerin bu hükümette sahip oldukları görevler nelerdi?
İşgal döneminden kalan belediye yapılanması ve kadrosu “Erzincan Mütarekesi”nin imzalanmasından Ermeni Birliklerin şehri terketikleri 13 Şubat’ta kadar görevden kalmaları Şûra’nın ruhuna nasıl bağdaşıyor?
Yukarıda Ali Kemali’den aktardığım alıntıdaki Ağa Bey’in konuşmasını önemsiyorum.. Orada Ermenilerle Kürdler arasında Fırat’ın sınır olarak tespiti meselesi var.
Baytar Nuri’de bu mesele üzerine duruyor ve şöyle yazıyor:
“ Dersimliler, Rus kumandanı Lahof ve Ermeni kumandanı Murat Paşa ile uyuşmuş olduklarından Fırat’ın Doğu ve Güney mıntıkasıyla, Doğu ve Batı Dersim ve hususiyetiyle Ovacık mıntıkalarında Kürdistan hakimiyeti altında muvakkat bir siyasi varlık taraflarca tanınmıştı.” (Dr. Vet. M. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, sayfa 113)
Davut Hoca, Muradov Paşa’nın bir konuşmasını aktarıyor. Muradov Taşnak Partisinin tanınan önder kadrolarından biriydi. “Sivaslı Murad” olarak biliniyor. Sivas’tan İstanbul’a gidiyor ve uzun yıllar orada kalıyor. Dahas sonra Kafkasya’ya gidiyor. 1904 yılında Sason ayaklanmasına katılıyor…. 1908 yılında yapılan darbeden sonra yeniden Sivas’taki köyüne dönüyor, evleniyor ve yerleşiyor. Murad, Antranig Paşa gibi milliyetçi bir Ermeni olarak Ermeniler tarafından “Ulusal Kahraman” olarak görülüyor. Daha sonra Murad Birinci Dünya Savaşına katılıyor ve 4 Ağustos 1918 tarihinde Baku’deki çatışmalarda yaşamını yitiriyor.( Murad hakkında daha fazla bilgi için Taşnak Partisi teorisyenlerinden Mikayel Varandiyan’ın 1931 yılında Boston’da(Ermenice) yayınladığı daha sonra 2006 yılında Murad of Sebastia adı altında İngilizce’ye çevrilen biografisine bakınız.)
Davut makalesinde Murad’a ait olduğu söylediği bazı konuşmalar var. Fakat, bu konuşmalarda söylenen bazı şeyler gerçek ile ilgileri yok. Örneğin Murad’ın “Ben 17 yıl Dersim Dağlarında yaşadım ve savaştım”.. söylemi Murad’a dahi ait olsa basit bir propagandadır. Zaten Murad’ın biografisine bakıldığı zaman da doğru olmadığı ortadır. Ben aynı kuşkumu çeşitli halkların kardeşliği konusunda Murad’ın açıklamalarına karşı da ifade etmek istiyorum.( belge lazım)
Fakat, şu noktanın altını çizmek lazım. Kürdler olmadan ne Ermeniler Erzincan savunmasını yapabilirdi, ne de Türkler Erzincan’ı alabilirdi. İki tarafta Kürdlere kazanma faaliyetleri içindeydiler. Munzur Dağlarına sahip olan Kürdler iki taraf üzerinde de Demokles Kılıcı gibi salanıyordu. Kürdlerin Ermenilerle ortak hareket etmesi durumunda Türkler Erzincan’ı yeniden işgal etselerde dahi çok zorlanacaklardı.
Davut hocanın makalesinde Murad’ın Türkleri tehdit eden ve 17 yıl Dersim’de kaldım adlı bölümüne benzer bazı tespitlerde Ali Kemali’nin kıtabında var(sayfa 104) Fakat, Davut Hoca’nın yazdıklarından farklı olarak Ali Kemali Muradov’un konuşmasında dinleyicilere “Dersim’den dört çipil Kürd getirmekle beni korkutamazsınız” diye bir tespit var.
Nuri Dersimi bu tespiti onaylar anlamında şöyle yazıyor: “Murad Paşa şartlarını tadil ve her iki taraf için kabulu mümkün makul tekliflerde bulunacak yerde Kürd köylerine hakarete ve Kürdlerin alehine konferaslar vermeye başlamıştı”(N. Dersimi, age, sayfa 117)
Nuri Dersimi’nin Alişêr’e dayandırarak söylediği şeyler bana daha mantıklı geliyor.
Alişêr’in “Murat Paşa yalnız Büyük Ermenistan amalini takip eden bir proje teklif etmiş ve Kürdistan muhtariyet ve istiklalı hakkında ittifaka girmekten çekinmiş olduğundan” dolayı antlaşma sağlanmamıştır yönündeki söylemi gerçeğe yakındır.
O dönemler ve daha sonraları Taşnak Partisine ait yayın organlarında çizelen “Büyük Hayastan” sınırlarını gördüğümüz zaman Alişêr’in söyledikleri daha da anlaşılır. (Bu konuyu merak edenler Ermenilere ait kaynaklara bakabilirler. Bırakın Erzincanı, Amed, Urfa Maraş’ta Büyük Hayestan’ın sınırları içindedir)
Zaten Ali Kemali’nin, Davut’un ve daha başka bir çok kaynağın Erzincan’da yapılan toplantı ve konuşmalarda bir dizi şahsiyetleri saymaları ve Alişêr’in isminin geçmemesi eşyanın tabiatına aykırıdır.
Alişêr, 20.yüzyılın başlarında Kürdistan’ın yetiştirdiği en büyük liderlerin başında geliyordu. Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda tutumu biliniyor. Eğer Alişêr, Murat Paşa ile anlaşmış olsaydı, Erzincan’da yapılan toplantılarda Kürdler adına konuşurdu. Eğer Kürdler delege seçip Erzincan’a göndermiş olsaydı, Alîşêr delegasyonun başkanı olurdu.
Daha fazla uzatmaya gerek yok. Alişêr ve Seyid Riza’nunda içinde yer aldığı bir grup Kürd liderinin Kurdistan Teal-i Cemiyeti aracılığıyla Paris Barış Konferansı düzenleyicilerine gönderdikleri mektup o dönemi daha iyi ifade ediyor.
Alişêr Koçgirizade
Kürdlerin Dêrsim, Erzıngan, Kangal, Sêwaz, Akteke,….. delegesi
Seyd Rıza
Dêrsim Şix Hesen Aşireti Lideri
Brahim
Dêrsim Seydan Aşireti Lideri
Mehmet Emin
Aşiret Lideri
Husên Mustafazade
Erzıngan Aşiretleri Lideri
Mahmud ve Mehmed Kamıl
Koçgiri Aşiretlerinin Liderleri’nin imzaladıkları mektuptan konumuza ilişkin kısa bir bölümünü aktarıyorum.
“Koçgirili Alişer Efendi 1916’da Erzingan’a geçti ve kürd delegasyonunun şefi olarak ruslarla görüşme yaptı.
11.11.1916’da, Rus İmparatorluğu ve müteffik güçler, Alişêr Efendi ile bir antlaşma imzaladılar.
Alişêr Efendi Dêrsim’li 11 aşiret lideriyle birlikteydi. Bu liderler savaştan sonra Kürd ulusunun bağımsızlığını ve haklarının tanınmasını istediler.
İmzalanan bu antlaşma özel bir komisyon tarafından Erzingan’da tercüme edildi. Dêrsim Ordular Komutanlığı tarafından Rus İmparatorluğu’na gönderildi. Gazetelerde yayınlandı.
Doğal olarak bu antlaşma Rus Ordusu tarafından mütefiklere de gönderildi. Bu dokumanın bir nushası bizim elimizdedir.
Daha sonra ise Rus Çarı’nın devrilmesi üzerine Erzingan’da bulunan Rus Orduları Lenin tarafından yönetilmeye başlandı. Lenin’in yönettigi bu ordular halkımıza karşı saldırıya geçtiler. Bu gelişme sonucu bizlerde karşı saldırıya geçtik. Bolşevikleri kendi topraklarımızın dışına atmaya mecbur kaldık.“(Sevê Evin Çiçek , “17 bin kişiyi ırmağa atıp boğdular“ adlı makalesine bakınız)
Alişêr Efendi, Seyid Riza ve arkadaşlarının bu mektubu ciddi bir şekilde irdelenmesi gereken tarihsel bir belgedir.
Ben burada bu mektup hakındaki görüşlerimi yazmayacağım. Konumuzu aşıyor. Ama şu tespiti yapmaktan geri durmayacağım. Bu mektubu Alişêr ve Seyid Riza’nun önderlik ettikleri Koçgiri ve Dersim hareketlerinin Kürdlüğüne gölge düşürenlere tarihsel bir tokat olarak görüyorum.
Alişêr ve arkadaşlarının mektubunda yer alan bilgileri bugün başka kaynaklarla doğrulayacak pozisyondayız.
Örneğin Alişêr bu mektupta şöyle yazıyor: ““Koçgirili kürdler geri çekilen Osmanlı Ordusuna darbe vurdular.” gerekçesiyle ordular sivil halka karşı saldırıya geçirildiler.”
Alişêr’in mektubunda geçen bu bilgileri yani Osmanlı orduları geri çekilirken Dersim Kürdleri tarafından saldırıya uğradıkları meselesini General G. Korganoff’da doğruluyor. Korganoff şöyle yazıyor: “1916 yılının Şubat ayında Türkler Erzurum kalesini boşaltmak zorunda kaldı. Yüzlercesi şimdi Türklerle ittifak halinde olan bu Dersimli Kürdler tarafından haince öldürüldü ve talan edildi”( General G. Korganoff, age, sayfa 96)
Korganoff’un burada sözünü ettiği Sansa boğazındaki çatışmalardır. Daha sonra Ermeni Birlikleri Erzincan’dan geri çekilirken bu boğazda Dersim Kürdlerinin saldırısına uğruyorlar.(sonra bu hususa geleceğim)
Diğer bir husus ise Alişêr efendinin Rus Çarlığı yetkilileriyle bir antlaşmaya varmasıdır. Bu antlaşmanın içeriğine dair elimizde resmi belgeler yok. Fakat, buyük ihtimale Rusların Abdulrezak Bedirxan ile yaptıkları antlaşmanın bir benzeri olacak.(Kamil Bedirxan ve Prens Şachovski’nin raporlarına bakınız)
Nuri Dersimi’de Alişêr’in Ruslarla olan ilişkilerini farklı bir şekilde gündeme getiriyor. Türkler o süreçte Kürdleri kazanma politikalarını hayatta geçiriyorlar. Bu konuda sözü Nuri Dersimi’ye bırakalım: “Vehip Paşa fırsattan istifade ederek Dersimlileri Türk görüş noktasına getirmek istiyordu. Alişêr’in Rusyaya iltihakını mazur gördüğünü ilan ederek, mumailehi Ovacık aşiret reisleriyle birlikte Suşehri ordu merkezine davet ve taltiflerde bulundu, ordu merkezinde göz hapsi altında bulundurduğu Koçgirili Alişan ve Haydarı serbest bıraktı. Alişêr, Vehip Paşanın vadlerine emniyet etmedi ve Ovacık mıntıkasına dönerek orada kaldı” diyor.(N. Dersimi, age, sayfa, 115)
Burada açık bir şekilde görüldüğü gibi Alişêr’in Çarlık Rusyası ile işbirliği içine girmiştir.
Nuri Dersimi “Alîşêr, daha 1914 Dünya Savaşı’nda, Kürdistan’ın özgürlüğünü sağlamak amacıyla, Erzincan’a kadar gelmiş bulunan Rus Ordusu’na katılmış; Koçgiri, Sivas, Malatya ve Dersim bölgelerinin Kürt temsilcisi sıfatıyla, Rusya koruması altında özerk bir Kürdistan yönetimi kurulması için çalışmıştır” diyor. Daha başka kaynaklarda bu ilişki üzerine duruyorlar.
Alişêr Efendi ve arkadaşlarının mektuplarında
“Daha sonra ise Rus Çarı’nın devrilmesi üzerine Erzingan’da bulunan Rus Orduları Lenin tarafından yönetilmeye başlandı. Lenin’in yönettigi bu ordular halkımıza karşı saldırıya geçtiler. Bu gelişme sonucu bizlerde karşı saldırıya geçtik. Bolşevikleri kendi topraklarımızın dışına atmaya mecbur kaldık.“ yönündeki tespitleri Davut arkadaşın “Erzincan Hükümeti” yada “Erzincan Şûrası” tezinin içini boşaltıyor.
Davut arkadaş makalesinde Erzincan’da yapılan ilk görüşmelerin mimarının Alişêr olduğu ve daha sonra Alişêr Dersim bölgesine geçiyor ve seçilen Kürd temsilcilere önayak oluyor gibi tespitlerde bulunuyor. Davut’un makalesinde ileri sürdüğü iddialar Alişêr tarafından doğrulanmadığı gibi, Alişêr ve Seyid Riza Bolşeviklere karşı savaştıklarını söylüyorlar.
Bolşevik dedikleri de Davut’un “Erzincan Hükümeti” dediği yapılanmaya karşı savaştır.
Alişêr, Seyid Riza ve arkadaşlarının bu mektubu Paris Barış Konferansına göndermeleri gözönüne bulundurarak “anti Bolşevik” vurgusunun Batılı devletlerin sempatisini kazanmak amacıyla yapıldığı hipotezi ileri sürülebilinir.(Bu konuya ilişkin belgeleri ortaya koymak gerekecek)
Daha önce Nuri Dersimi’nin Kürdlerle Ermenilerin niçin anlaşamadıklarını Alişêr’e dayandırdığı aktarmıştım.
Türk resmi kaynakları Alişêr’den nefret ettikleri ona ilişkin tüm bilgileri çarpıttıkları biliniyor. Ali Kemali bir olayı anlatıyor. Olay şöyle: “Öbür yandan Koçgiri Aşiret reisinin katibi, Alişan Bey namında bir adam Erzincan’a gelerek Rus ordusuna etlik hayvan bulmaya başladı. Binilecek 2, eşya taşınacak 8, yani 10 baş hayvanla da Erzincan’dan hareket etti. Emrinde er olarak 10 Rus askeri vardı. Alişan Bey, atları zorla alarak ve erlerden üçünü esir ederek Rus sınırını aşmıştı” diyor(Ali Kemali, age, sayfa 99)
Daha sonra Ali Kemali Kürdlerle “sırdaş” olduğunu ileri sürdüğü Abdülmabut Bey’in devreye girdiğini atları ve esirleri geri aldığını böylelikle müslümanların Lahof’un hışmından kurtulduğunu yazıyor. Ali Kemali’nin aktardığı bilgiden “Alişan’ın tucarlığını” bir kenara bırakırsak, Alişan “Koçgiri aşiret reisinin katibi” değil, aşiret reisidir. O dönemler Koçgiri aşiret reislerine “katiplik” yapan Alişêrdir.
Nazmi Sevgen de bu olay üzerine duruyor, bu olayı gerçekleştireninin Alişan değil, Alişêr olduğunu şöyle yazıyor: “. Erzincan’da Ruslar’ın et müteahhidi olarak ortaya çıkan Alîşêr, Rus komutanlığından, orduya sığır almak üzere yediyüz Türk altını, yanına da bir manga kadar Rus askeri ve on beygir almış, Munzur Dağları’nı aştıktan sonra Ruslar’ın elinden hayvanlarını alıp ve askerlerden de üçünü esir ederek Dersim’e yürümüştür. Bu olay, esasen Türk düşmanı olan Erzincan’daki Rus komutanı Lahof’un büsbütün Türkler’e karşı harekete geçmesine sebep olmuştur.”diyor.(aktaran, M. Bayrak, „Koçgiri İsyanı Alîşêr ile Zarîfe“ adlı makalesi)
Türk resmi ve anti Kürd tarihçilerinin Alişêr’i „ticaret işleri“ yapan biri olarak göstermeleri onun o dönemler içine girdiği siyasal faaliyetlerini gölgelemek amacını taşıyor. Eğer Alişêr’in „Rusların hayvanlarına el koyması ve askerlerini esir alması“ bilgisi doğruysa bu Ruslarla olan kopuşun başlangıcı olabilir. Yani Davut’un makalesinde „Erzincan Hükümeti“ dediği sürece denk geliyor. Çünkü, burada devreye giren Abdülmabut Beydir. Davut’un makalesinde Müfti olarak geçen Türkler adına Alişêr ve Muradov ile “Şûra” için ilk görüşmeleri yapan adamdır. Bu ise bu gelişmenin “Erzincan Mütarekesi” sürecinde yaşadığını gösteriyor. Bu bilgileri Alişêr’in Dr. Nuri Dersimi’ye niçin Ermenilerle anlaşamadıkları yönünde aktardığı bilgilerle birleştirdiğimiz zaman Davut’un arkadaş makalesinde ileri sürdüğü “Kurulan Erzincan Rençber ve amale Şuurası” tarihsel gerçeklikliği ifade etmiyor. Davut, Mitingde kızıl ordudan bir yetkili de konuşma yaptı:“……………Kurulan Erzincan Rençber ve amale Şuurasına her türlü desteğin verileceğini söyledi. Mitingde Kürt Ermeni ve Türk temsilcileri adına da konuşmalar yapıldı. Miting bir bayram havasına dönüşmüş, eski düşmanlar barışıyordu, eski güzel anılarını anlatarak nasıl kapı-komşu ve iç içe kardesçe yaşadıklarını anlatıyorlardı.“
Davut’un makalesini var olan belge ve verilerle birlikte yeniden okuduğum zaman halkların kardeşliğini temel alan güzel bir konsturksiyon yaptığı düşüncesi bende hasıl oldu.
Davut’un makalesinde bir hayli yanlış bilgiler var. Bunların içinde bir hayli yanlış bilgiler var.
Bunlardan biri Mehmet Emin ile Hatipzade Yusuf’un Türkler tarafından idam edilmeleridir.
Davut şöyle yazıyor:
„ Hasan Lütfi bey komutasındaki 9.kolordu birliklerinin, tekrar Paluya geri dönmesi ve Dersim üzerinden Erzincana saldırılmaması koşulu ile kuşatmayı kaldıracaklarını bildirirler. Ancak Dersimlilerin uyarılarını dikate almadan gelen Hasan Lütfi bey dönüş için Dersimlilerden çekinmekte ve kendisine birkaç rehber verilmesini ister. Dersimliler yanlarına Mehmet Emin ile Hatifzade Yusuf beyi verirler. Hasan Lütfi bey, Peri suyuna kadar refakat ederek, oradan ayrılmak isterken bu iki kişiyi tutuklar, paluda �divanı harp�te şuura çalışmalarına katıldıkları, askere mukavemet ettikleri ve vatana ihanet ettikleri suçlamaları ile idama mahkum edilirler ve aynı gün asılırlar. bu olayda öfkelenen Bazı Dersimliler Binbaşı Cibranlı Halit Beyin tutuklanmasını isterler, ancak Erzurumdan yeni dönen Seyit Rıza ve Hasan Vefa bey buna karşı çıkarlar.“
Şu noktanın altını çizmek istiyorum. Seyid Riza’nun Erzurum’a gidişi ve gelişi denilen süreç, Ermenilerin Erzincan’ı terketmesinden sonradır. Yani Erzincan’dan itibaren Erzurum’a kadar Ermeni Birliklerini kovdukları süreçtir.
Seyid Riza’nun kendisi ve ona bağlı olan güçler hâlâ Kazim Karabekir’in güçleri Erzincan’a gelmeden yarım gün önce Erzincan’a giriyorlar.(bu meseleye sonradan geleceğim)
Evet, Davut’un makalesinde sözünü ettiği „Mehmet Emin ile Hatifzade Yusuf beyi“ tutuklanması bir olay var. Fakat bu olay Davut’un sözünü ettiği gibi Türk ordusunun Dersim’den çekilmesi için kuriye olarak verilmiyor. Bu olay Doğu Dersim’de gerçekleşmiyor.
Bu olay Erzincan çevre köylerinde oluyor. Davut’ta makalesinin bir yerinde “Mehmet Emin Bektaşi’nin Erzincan Belediye Başkanı“ olduğunu söylüyor.(Fakat bu konuda farklı bilgiler var) Yine makalesinde “Şûra faaliyetlerine katıldıkları için idam ediyorlar” diyor.
Burada sözkonusu olan “Erzincan Şûrası”!!!dır.
Mehmet Emin Bektaşi ile Katipzade Yusuf Erzincan Belediye’sinde çalışıyorlar. O dönemler Fırat’ın Kuzey yakasında bulunan Cimin (aktüel olarak Üzümlü Kazası olarak biliniyor) Köyünde bazı olaylar oluyor. Söylentiye gore: “Cimin köyü halkı ücretli Kürd fedaileri tutarak Erzincan’a o yönden baskı yapmak, yani kasabadaki hemfikirleriyle birleşip Ermenileri öldürmek girişimindeymişler; bir yandan kuşkuları gidermek, öbür yandan Cimin halkıyla Kürdleri uyuşma yoluna çekmek için bir heyet gönderilmesi uygun görüldü”(Ali Kemali, age, sayfa 107)
Daha sonra bir Mehmet Emin ile Hatifzade Yusuf bey’den oluşan bir heyet Cimin köyüne gidiyor. Heyet Alana varmadan once Cimin köyüde dahil olmak üzere bölgedeki bazı köyler “Milislerin” denetimine girmiş bulunmaktadır. Eğer Dr. Nuri Dersim’inin verdiği bilgiler doğruysa Seyid Rizo’ya bağlı güçler Deli Halid Paşa ile birlikte o alanda olması gerekir.(Çerkez asılı olan Deli Halid Paşa 1925 yılında Türk meclisinde öldürülüyor)Dr. Nuri Dersimi “Seyid Rizo ancak bir kısım Ovacık aşiretleri birleşmiş ve bunlar Munzur dağlarını aşarak 13 Şubat 1334(1918) Erzincan merkezini harben işgal etmişlerdi” diyor(Geniş bilgi için Dr. Nuri Dersimi, age, sayfa 118-119)
Ali Kemali’nin Heyet “milisler tarafından yakalandı” yönündeki tespiti Nuri Dersimi’nin söylemiyle birleştirilirse belkide Mehmet Emin ile Hatifzade Yusuf beyi tutuklayanlar Seyid Rizo’ya bağlı güçlerdi.(bu konuyu başka belgeler ışığında irdemek lazım.)
Davut makalesinde bu iki şahsiyetin idam edildiğini yazıyor, fakat bu bilgi eksiktir. Hatifzade Yusuf bey idam edilyor. Mehmet Emin Bektaşi ise yargılamak amacıyla Elazığa gönderiliyor.
Ali Kemali kitabında “Erzincan Rus İdaresinde” adlı bölümünün altına şu notu düşmüştür: „ Bu sözü geçen olayın bizzat tanığı ve “Bektaşi” adıyla anılan Avukat Mehmet Emin Efendi’nin ayrıntılı ve kanıtlı anı defterinden aldım. Adı geçene şükran borçluyum. A.K)diyor.
Acaba Mehmet Emin Bektaşi daha sonra serbest mi bırakıldı? Ali Kemal’i gibi birinin Davut’un Türklerin „hain“ olarak gördükleri ve öldürdükleri düşündüğü bir adama „şükran borçluyum“ demesi pek bana mantıklı gelmiyor. Her halde serbest bırakıldı.
Davut makalesinde tarafların silahlarını “Belediye Başkanı Mehmet Emin Bektaşi’nin adamlarına teslim etmesi gerekiyordu.” diyor ve ardından Muradov’un Türkleri azarlayan devrimci bir konuşmasını veriyor. Alınan bir karara bağlı olarak taraflar 5 gün içinde silahlarını teslim edecekler. Sözü Davud’a bırakalım: “Tanınan beş günlük süre içinde, Ermeniler, ellerindeki silahları, Türkler teslim etmediği takdirde geri almak kaydıyla silahlarını teslim ettiler. Beş gün sonra, Türkler silahları teslim etmediği için ermeniler silahlarını geri aldılar” diyor.
Ermenilerin silahlarını teslim etmesi meselesi doğru değil ve mâkulda değildir. Ermeni Birlikleri silahlarını Belediye Başkanı’na teslim edecek kadar saf ve hayalci değillerdi. Rus Birliklerinin çekilmesinden sonra Ermeni Birlikleri onların yerini aldılar. Rus asılı General Lahof’un gitmesinden sonra onun yerine Rus ordusunda albay olan ve aynı zamanda Ermeni asılı olan Morel geldi. Ermeniler “Erzincan Mütarekesi”nden Ermenilerin Erzincan’ı boşaltıkları 13 Şubat 1918’e kadar yani Davut’un “Şûra süreci” olarak gördüğü aşamada tüm güçleriyle silahlanmaya ve askeri güç oluşturmaya çalışıyor.
General G. Korganoff’un anlatımlarına bakılırsa “ 30 Ocak 1917’de Erzincan bölgesi yalnızca Ermeni nizami ve gayri nizami güçleri tarafından müdafaa olunuyordu. Yalnızca kendi güçlerine dayanmak zorundaydılar.”
(General G. Korganoff, Participation des Armeniens a la Guerre Mondiale sur le Front du Caucase, 1927, Paris, sayfa 89)
General G. Korganoff’un “ Gönülü Ermenilerin oluşturduğu 3 batalyondan oluşan bir piyade alayı Rus ordusu ile geri çekilmeyi reddetti” diye yazıyor.(Korganoff, age, sayfa 87) General Korganoff sözünü ettiğim eserinde Ermeni Alayı’nın sahip olduğu askeri araçlarının bir dökümünü de yapıyor.
Ermeniler tüm güçleriyle Erzincan ve çevresini gelecek olan Türk genel saldırısına ve özellikle sürekli çatışma içinde oldukları Kürdlere karşı güçlendirme çabaları içindeydiler.
Ortada düzenli bir askeri yapı var. Bu askeri yapı Ermenilerin hayat sigortasıydı.
Ermenilerin silahlarını götürüp ne olduğu dahi tartışmalı birine, Mehmet Emin Bektaşi ve adamlarına silahlarını teslim etmeleri kendi elleriyle ölüm fermanlarını imzalamaktı.
Ali Kemali Mehmet Emin Bektaşi için “ istihbarat ve basiretli hareket etme görevleriyle Belediyede kalmış olan Mehmet Emin Bektaşi” diyor.(Ali Kemali, age, sayfa 103-104)
Ali Kemali’nin notlarında yararlandığı şükran borçlu oduğu istihabat amaçlı belediyede kaldığı ve daha sonra serbest bırakılan bu adama neden Ermeniler güvensin siahlarını teslim etsin..
Ermenilerin silahlarını teslim etme meselesinin maddi ve gerçekçi dayanakları yok.
Eğer Ermeniler Erzincan ve çevresindeki Kürd ve Türkleri silahsızlandırmak istiyordu, denilse akla yakın ve mantıklı olurdu.
Erzincan Mütarekesinden 18 Aralık 1917’den 13 Şubat’ta kadar bölgede, Erzincan ve çevresinde sürekli çatışmalar v